Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ATİLLA DORSAY

Adana'da neler oldu?

Jüri içinde entrika mı yaşandı? Kişisel çekişmeler mi oldu? Nedeni her neyse Altın Koza'da sinemamızın dört büyük ustası Erden Kıral, Zeki Demirkubuz, Derviş Zaim ve Yeşim Ustaoğlu'nun filmleri ödül alamadı

Şimdi yazacaklarım çok kişiyi üzecek, darıltacak, hatta bana düşman edecek, biliyorum. Ama bunları yazmayı da bir vicdan borcu sayıyorum. Altın Koza'ya elbette sevgi ve şefkatle yaklaşıyoruz. Yılmaz Güney ve Yaşar Kemal'in ülkesinden gelen bu festival, yıllar yılı Türk sinemasına hizmet etti. Uzun kopuşlardan sonra, yeniden toparlanmaya çalışıyor. Ve bu yıl, bunun için güzel bir ivme yakalamış, hemen tüm ustaları kendisine çekmişti. Bundan güzel fırsat olur mu? Ne yazık ki en hafif sözcükle tartışmalı bir ödül listesi, sanırım olaya gölge düşürdü. Elbette her jüriden farklı kararlar çıkar ve hiçbir organizasyon, jüri kararlarından sorumlu tutulamaz. Yine de olay düşündürücüdür. Çünkü sinemamızın en azından dört büyük ustası, Erden Kıral, Zeki Demirkubuz, Derviş Zaim ve Yeşim Ustaoğlu hemen hemen elleri boş döndü. Oysa bunların filmlerini Antalya yerine Adana'ya yollamaları büyük yankı yapmış ve hatta olası bir maçın 'galibi'nden dem vurulmuştu. Anlaşılan silah geriye tepti. Filmlerin hepsini görmüş değilim (ama çoğunu gördüm). Söyleyeceklerim daha çok genel şeyler. Bakınız, tüm dünyada 'ustalar' diye bir deyim ve onun gösterdiği bir yönetmen kategorisi vardır. Tüm festivaller onların filmlerini bekler, ister, izler ve almaya çalışır. Hele tam bir 'auteur avcısı' olan Cannes. Büyük ödülleri de çoğu zaman onlar alır. Aslında hep uzak ülkeleri ve genç sinemaları destekleyen Berlin bile 'usta işi' bir film bulduğunda Altın Ayı'yı esirgemez: En son 70'ini aşmış Taviani Kardeşler'in Sezar Ölmeli filmi gibi. Çünkü sinema, yaparak öğrenilen, film çektikçe gelişen bir beceridir. İlk filmleriyle bir başyapıt ortaya koyan yönetmenler yok mudur? Vardır kuşkusuz. Yurttaş Kane ile Orson Welles veya bizden Sonbahar'la Özcan Alper unutulur mu? Ancak bunlar istisnadır. Kural ise dediğim gibidir. Oysa bu yıl Adana'ta adeta bir 'usta katliamı' yaşandı. Büyüklerin filmleri tukaka edildi. Bunda jüri içindeki çeşitli entrikalar, kişisel veya mesleki nedenler mi etkili oldu?

SİNEMA BİR UZMANLIK ALANIDIR
En iyi derlemesini çarşamba günü köşesinde Mevlüt Tezel'in yaptığı bu nedenler mi, önemli filmleri sanki eledi? Bunu bilemem. Kimseyi de suçlamak istemem. Ama şunu söyleyebilirim: Sinema sanatı öylesine yüksek bir düzeye ulaştı ki, artık herkesin bu düzeyi kavrayıp, hakkını vermesi mümkün değil. Bu artık bir uzmanlık alanıdır. Bir eğitimden çok, bir kendini adama, bir gönül bağlama, bir özveri sözkonusudur. Bu haz ve tüketim toplumunda, yapılacak onca şeyden birazcık vazgeçip eski-yeni daha çok iyi film izlemek, biraz sinema kitabı okumak, klasiklerin niye klasik olduğu üzerine kafa yormak, sinemanın özünü, ruhunu kavramaya çalışmak... Yoksa ister ord. prof. titri taşıyın, ister ünlü bir yönetmen olun. İster bir yıldız, hatta isterseniz sinema yazarı... Kesin olan şudur ki (gördüklerimden örnek veriyorum) Yeraltı ve Araf gibi filmlerin o başdöndürücü sinemasal düzeyini kavramak kolay değildir. Yönetmenlerinin hayli uzun çabalar ve deneyimlerle ulaştıkları bir merhaledir o... Karşılarında son derece iyiniyetli, önemli şeyler söyleyen, cesur ve çağdaş genç sinema örnekleri vardır, hep olacaktır. Ama o üstün sanatsal düzey bambaşka bir şeydir. İşte Adana'da bu yıl bu kavranamadı. Ve jürilerin sinemasal düzeyi, ustalarınkine erişemedi. Bu ödül listesinin, ileride katılanlara onur getireceğini sanmıyorum. Umarım Antalya jürileri daha sağduyulu davranır.


***
ÜÇ FİLM, ÜÇ ŞEHİR
Ne tuhaf. Geçen pazartesi üst üste üç film izledik, basın gösterimlerinde. Ve üç ayrı kent bulduk karşımızda. Woody Allen gözüyle Roma (Roma'ya Sevgilerle) yedi yönetmenin gözünden Havana (Havana'da 7 Gün) ve de Yargıç Dredd'de, uçuk bir bilimkurgusal fantezi aracılığıyla geleceğin ürkünç bir Amerikan kenti. Roma elbette muhteşemdi. Hiç değişmeyen, bir taşı bile yerinden oynamayan ölümsüz şehir. Havana, 15 yıl önce gördüğüm gibiydi: Parasızlığın pençesinde kıvranan, ihmal edilmiş bir eski ve güzel kent... Ama en ürküncü, Dredd'in fütürist kentiydi: Washington civarında, tam 800 milyon kişinin yaşadığı bir büyük çöplük. Gereksiz yere yapılmış ve içten içe çürümüş dev bloklar, betona teslim olmuş bir çevre, yok edilmiş bir doğa, renklerden bilinmeyeni haline gelmiş yeşil. Ve elbette suç, cinayet ve korku. Bu gidiş, size bir başka kenti hatırlattı mı? O aslında uyduruk bilimkurguların bu yararı oluyor: Eğer şehircilik bu yönde gelişirse, gelecekte ne olacağını bize gösteriyor ve hepimizi uyarıyorlar. Kentlerimizi, özellikle de İstanbul'u yönetenlerin bu tür filmleri görmeleri ne iyi olurdu. Yargıç Dredd'den başlamaya ne dersiniz?

***
TARABYA VE TEKNEPARK GERÇEĞİ
Önceki hafta bu sütunda 'Tarabya izlenimleri'mi yazmış ve özellikle bu koyun, İstinye ile birlikte marina yapımına ve dolayısıyla betonlaşmaya açıldığından yana yakıla dem vurmuştum. Yanıtını yolculuk dönüşümde buldum. İstanbul Büyükşehir Belediyesi basın danışmanlığının gönderdiği bilgi ve resimlerde, yapılanın sadece koyların ortasında, belli sayıda tekneye hafif malzemeden yapılmış yüzer iskeleler (tekneparklar) kurmak olduğu, kıyıların tam tersine tesis ve tekne işgalinden kurtarılıp açık ve yeşil alanlar haline getirileceği belirtiliyor. Bilgileri de tasarım resimlerini de ikna edici buldum. Ve çok sevindim. İlgililere teşekkür ediyor, çabalarında başarılar diliyorum.

***
ELVEDA BÜYÜK USTA
Neşet Ertaş üzerine yazmak benim haddim değil. Müzik zevkim ve merakım oldukça geniş kapsamlı olsa da, onun gerçek anlamda hakkını verecek düzeyde değilim. Ama elbette bu ölüme ben de çok üzüldüm. Özellikle Alevi kültüre uzaktan da olsa varolan saygı ve hayranlığım çerçevesinde... Umuyorum ki bu ölümden sonra çok kimse, onu daha sık dinleyip, daha iyi anlayacaktır. Ve de cenazesi nasıl, hangi inanç ve töreye göre kaldırılırsa kaldırılsın, bu ülkede Alevi vatandaşlarımızla ilişkilerimize olumlu bir katkı yapacaktır. Onun da istediği ve uğrunda mücadele verdiği gibi... Bu arada bir de teşekkürüm var. Kalan Müzik ve sahibi Hasan Saltık'a...Yakın günlerde jürisi olduğu Adana'da zor günler geçiren Saltık, Ertaş ustayla kurmayı başardığı dostluk sayesinde onun müziğini bir düzine kadar albümde toplamış, kimilerini her zamanki cömertliğiyle bana da yollamıştı. Benim de daha kim bilir kimlerin de tüm Neşet Ertaş bilgisi, onun albümlerinden geliyor. Hasan Saltık'a, yaptıkları için bir kez daha teşekkürle...

***
EVET, KÖPEKLERİ KURTARALIM
Benim de uzun zamandır (10 yıldır) bir köpek sahibi olduğumu biliyorsunuz, kaç kez yazdım. Ve elbette ben de sokaktaki kedi ve köpeklerin kaderiyle ilgiliyim. Ama hiçbirimiz bu konuda Ömür Gedik kadar çaba harcamıyoruz. Sevgili Ömür'ün yeni hazırlanan 'sokak hayvanlarını koruma yasası' konusunda belirttiği tüm sakıncaları inceledim. Belli ki iyiniyetle hazırlanmış, ama yetersiz bir yasa. Başta Ömür, tüm hayvansever kişi ve kurumların ortak biçimde belirttiği kaygılara ben de katılıyor ve tasarıda gereken değişikliklerin yapılmasını bekliyorum.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA