Çakırbeyli'ye gidip de, Adnan Menderes'in Çiftliği' ne uğramamak olur mu hiç?
Ana kapıdan girdik, içeride kimse yoktu.
Herkes işte, güçte.
Arabanın kornasını uzunca süre çalınca...
Çiftliğin içinden biri bağırdı:
- Geliyorum.
Ve az sonra Mehmet kahya geldi.
***
- Mehmet Koca... Çiftlikte ne ekiyor, ne biçiyorsunuz?
- Ne ekersen ek, tadı yok.
- Neden?
- Bölgenin milli mahsulü pa muk... O da para etmiyor.
- Hiç mi etmiyor?
- Fiyat bir yılın gerisine düştü.
***
Adnan Menderes Çiftliği' nin kahyası Mehmet Koca:
- TARİŞ, borsaya göre fiyat verse, çiftçi batacak... Fakat TARİŞ, çiftçiye göre fiyat verse, bu defa kendisi batacak... İkisi, birbirine bağlı... TARİŞ yoksa, çiftçi de yok... Çiftçi yoksa TARİŞ de yok.
- Mehmet kahya... Öyleyse bu işin sonu ne olacak?
- Tayyip beyin dediği olacak... Her şey yeniden yapılanacak... Üretici, ayağının üstünde durmayı öğrenecek.
Zannedersiniz ki çiftlik kahyası değil, ekonomi hocası.
***
Mehmet kahya:
- Köylü, köyünden kopmamalı... Kopmaması için destek vereceksin... Vermezsen, büyük şehirlere göçen köylü, devlete daha çok masraf çıkarır.
***
Çayı ağaçların altında içtik.
"Kahveyi de Adnan Menderes'in köşkünün içinde... Menderes'in koltuğuna oturarak içelim" dedik.
Duvarda, Menderes'in resmi asılıydı.
Onu da elimize aldık.
Kahvemizi içip kalkınca...
Mehmet kahya dedi ki:
- Yavuz bey üstünü, başını silkele.
- Ne diye?
- Oturduğun koltuk rahmetli Menderes'in koltuğu... Oraya kimse oturmadı... Koltukta yılların tozu var... Bak pantolonunun arkası bembeyaz oldu.
"Zararı yok" dedik:
- Ankara'ya dönünce pantolonu kuru temizlemeye yollarız... Faturasını da sayın Aydın Menderes'e.
Bu sözümüz üzerine "bölge halkı" saygıyla eğildi:
- Aydın beyimize selam söyle.