Dün eski Başbakanlardan Yıldırım Akbulut'la sohbet ettik.
Sohbetten "bazı bölümleri" yazacağız. Başbakan'ın önüne "terörle mücadele konusunda" raporlar gelmiş.
MİT'ten... İçişleri'nden... Emniyet'ten... Jandarma'dan... Her kurumdan, her konuda "farklı rapor."
***
Başbakan "hepsini" toplamış:
- Falanca konu için ne yaptınız?
Herkes "rapor yazıp, makama arz ettik" yanıtını vermiş.
Başbakan:
- Konuyu makam mı çözecek, siz mi? Ne yaptığınızı söyleyin.
MİT demiş ki:
- Elimizdeki istihbaratı jandarma ve polise bildirdik.
Jandarma ile polis itiraz etmiş:
- Hayır vermediler.
***
MİT "istihbaratı verdiğine dair" kayıtları çıkarmış. Başbakan "polis ile jandarmaya" sormuş:
- Ne diyorsunuz?
- Bu genel istihbarat... Biz nokta istihbarat isteriz... Şu gün, şu saatte, şurada gibi.
Başbakan, MİT'e dönmüş:
- Siz ne diyorsunuz?
- Efendim her zaman öyle nokta istihbarat veremeyiz ki.
***
Akbulut dün dedi ki:
- nO ona atıyor, öteki ötekine... Top ortada dolaşıyor... İş ortada kalıyor... Çözülemiyor.
***
Bir gün bir MİT'çi öldürülmüş. Başbakan, MİT Müsteşarı'nı çağırmış:
- Bir elemanınız vuruluyor... Önceden istihbaratınız var mıydı? Varsa ne yaptınız?
Müsteşar uzun uzun yanıt vermiş. Dün Akbulut'un bize söyledikleri:
- Yanıtların hiçbiri beni tatmin etmedi.
***
Yıldırım Akbulut:
- Dün işi çözmesi gerekenler arasında eşgüdüm çok azdı... Bir araya getirmeye çok uğraştım... Bilmiyorum bugün nasıl gidiyor?
İşlerin "nasıl gittiği" ortada.
Ya da "gitmediği."