Türkiye'nin en iyi haber sitesi
TULU GÜMÜŞTEKİN

Avrupa ekonomisinde çözüm arayışları

Avrupa Komisyonu Ekonomik ve Parasal işlerden Sorumlu üyesi Olli Rehn, iki gün önce bir açıklama yaptı. Açıklamasında, Euro bölgesinde olan ve ekonomik kıstasları yerine getiremeyen ülkelere ek süre verilmesi hedeflendiğini söyledi. Özetle, bütçe açıklarını yüzde üç düzeyine indirmeleri için iki yıl daha ek süre tanınabileceğini ifade etti.
Uzun zamandır, "kemer sıkma" politikaları AB içinde büyüme ve istihdam yaratmadığı için eleştirilere uğruyordu. Avrupa Komisyonu'nun bu son açıklaması, temel olarak bu tartışmanın özünü ilgilendiriyor.
Geçtiğimiz haftalarda, ABD'de Carmen Reinhardt ve Kenneth Rogoff gibi iki önemli ekonomisti, Paul Krugman ve Brad deLong gibi iki diğer çok önemli ekonomistle karşı karşıya getiren tartışma da zaten bu noktada yoğunlaştı: Krizden çıkmak, büyüme ve istihdam yaratmak için ne gerekiyor?
AB'nin yaptığı gibi kemer sıkma politikaları uygulayarak kamu borcunu azaltmak mı? Yoksa kamu harcamalarını biraz esnek tutarak ekonomik büyüme sağlayacak bir dinamiği harekete geçirmek mi? Yüksek borçlanma mı düşük büyüme getirir, yoksa düşük büyüme, daha yüksek borçlanmaya mı yol açar?
Yunanistan gibi bazı ülkeler, Euro bölgesinin yarattığı olanaklar sayesinde imkânlarının çok üstünde bir yaşam düzeyini, aşırı borçlanmayla gerçekleştirdiler. Şimdi kamu harcamalarını sıkmak gerekli bir önlem gibi görünüyor. Ancak yapısal reformlar gerçekleşmeden, kemer sıkma politikalarının da tek başına büyümeyi hazırlayabildiklerini söylemek güç. Yunanistan buna en açık örneği oluşturuyor.
İtalya, ciddi biçimde kamu harcamalarını kıstı, başarılı da oldu ama 2014 yılı için en iyi ihtimalle binde yedi düzeyinde büyümesi öngörülüyor. Bu düşük ya da sıfır büyüme sarmalından çıkabilmesi için İtalya kamu harcamalarını artıramıyor, çünkü bütçe açığını azaltması gerekiyor. Kamu harcaması yerine vergi indirimi de yapamıyor çünkü bütçe açığı gene artıyor. Avrupa fonlarından altyapı yatırımı için finansman isteyebilir, ancak üye devlet de yatırımların yarısını üstleneceğinden bütçe gene açılır.
Bu yüzden Fransa, İtalya ve İspanya başta olmak üzere bazı üye ülkelerin Maastricht kıstası olan azami yüzde üç bütçe açığı ilkesinin esnetilmesi konusunda AB içinde çok ciddi uğraşı veriyorlar.
François Hollande ve Angela Merkel'in Euro bölgesine daimi bir başkan atama uzlaşılarıyla yumuşamış görünen Fransa-Almanya ilişkileri, muhtemelen bu esnekliğin ortaya çıkmasını sağladı. Ancak büyüme sorunu yaşayan ülkelere, iki yıllık kısa bir süre de olsa, yüzde üçün üstünde bütçe açığı vermelerine göz yummak, kalıcı bir düzelme sağlanması açısından ne kadar yararlı olabilir? Bir de bütçe açığını yüzde üçün altında tutan üye ülkeler sanki cezalandırılıyor gibi bir hava yaratılırsa, AB kamuoyu buna nasıl tepki verecektir?
Türkiye-AB ilişkilerinin uzun bir süreçten sonra yeni hayatiyet kazanmaya başladıkları bu dönemde, Türkiye'nin Maastricht kıstaslarına uyumu birçok üye ülkeden çok daha başarılı görünüyor. Özellikle de kamu borcunun Gayrı Safi Yurt içi Hasıla'ya yüzde otuz altı gibi düşük oranı ve yüzde iki bütçe açığı, çok sayıda AB ülkesine örnek olacak düzeylerde. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, önümüzdeki dönem Brüksel'e giderek Herman Van Rompuy'un ziyaretini iade ederse, yeni bir durum oluşacak. Masanın diğer tarafında ilk kez, Avrupa Birliği'ne ekonomik bütünleşmesi sorgulanan değil, arzulanan bir Türkiye var.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA