Türkiye'nin en iyi haber sitesi
M. ŞÜKRÜ HANİOĞLU

Büyük sorular kesilmeyen tartışmalar

Türkiye toplumsal tartışmasını, istisnâlar dışında, sığ sayılabilecek konular üzerinde yoğunlaştırmakta ve sürdürmektedir. "Entelektüel" gündemini "köşe yazarı" olarak adlandırılan literatinin belirlediği Türkiye'nin gündemindeki temel konular, partiler arası rekabet ve siyasî liderlerin görüş ve eylemleri olmakta, daha kapsamlı sorunlar ise bunlara yapılan atıflar yardımıyla tartışılmaktadır.
İlginç olan, toplumun, yaşanan düşük yoğunluklu iç savaşla kendisine dayatılan "kimlik sorunu" ve özel yaşama dokunduğu ölçüde gündeme gelen "dinin toplumsal rolü" dışında "devamlılık gösteren," farklı dönemlerde değişik tezlerle tartışılan "büyük sorunları"nın "tartışma gündemi"ne girememesidir.
Böylesi sorunlarını sürekli biçimde tartışmayan, onlar üzerine farklı entelektüel yaklaşımlar geliştiremeyen toplumun "kapsamlı meseleler"i üzerine uzlaşı ve çözümler de geliştirememesi doğaldır.
Bu açıdan değerlendirildiğinde Türkiye var olan "sorunları"nı halının altına süpüren ve onları bıçak kemiğe dayanmadan tartış(a)mayan bir toplumdur.
Gerçekleşen tartışma ise süreklilik göstermemektedir.

Büyük tartışmalar
İlginç bir karşılaştırma yapacak olursak, Amerikalı ünlü gazeteci Howard Fineman 2008'de kaleme aldığı The Thirteen American Arguments kitabında on üç temel konu üzerinde süregelen tartışmanın Amerika'yı bir toplum olarak şekillendirdiğini ileri sürmektedir.
Önemli yankılar uyandıran bu çalışma "Birey kimdir?" "Amerikalı kimdir?" "İnancın toplumsal rolü nedir?" "Bireyselliğin sınırları nelerdir?" "Kanunu kimler işlevselleştirir?" "Yerel ve ulusal otorite arasındaki ilişki nedir" benzeri, ekonomik yaklaşımları da kapsayan on üç konuda ülkenin kuruluşundan beri süregelen tartışmaların toplumu biçimlendirdiğini, dönüştürdüğünü ve ona kimlik kazandırdığını savunmaktadır.
Doğal olarak, Alexis de Tocqueville'in de vurguladığı gibi, "tartışan" bir toplum olarak inşa edilen, "farklılık"ın doğal olduğu varsayımına dayalı bir toplum tasavvuru temelinde yapılanan ABD ile "tartışmayan," kimlikten dinin toplumdaki rolüne, millet tanımından bireyin nasıl vatandaş olacağına uzanan bir yelpazedeki konularda üretilen "tekil tanımlar" üzerine yükseltilen, "farklılık"ı sorunlaştıran Türkiye arasında yapılacak kıyaslama gerçekçi olmayacaktır.
Toplumumuzun pek çok alanda olduğu gibi bu konuda da temel sorunu "ilk düğmenin yanlış iliklenmiş olmasından" kaynaklanmaktadır.
Ancak var olan yapısal engeller "büyük sorular" ortaya konmasını ve bunların tartışılmasını engellememelidir.

Soruları sormak

Kendisine tartışmaması, öğretilen "doğru"ları içselleştirerek tekrarlaması telkin edilmiş bir toplumun üyelerinin büyük sorular şekillendirmesi kolay değildir. Bu nedenle Türkiye'de kapsamlı konular üzerine soru sorma, dayatılan tekelci yorumları reddetme biçiminde gerçekleşmekte ve sert eleştirilere maruz bırakılma, dışlanma benzeri maliyetleri de beraberinde getirmektedir.
Buna karşılık ulaştığımız toplumsal aşamada Türkiye "dayatılanı tekrarlama" sınırını geçmiştir. Gerekli olan ise toplumun "doğru" olduğu kendisine söylenenleri sadece reddetmenin ötesine geçerek büyük sorular şekillendirme ve bunlar üzerine tartışma başlatmasıdır.
Örneğin, "Belirli bir coğrafyada yaşamak dışında ortak paydamız nedir?" "İnançlar toplumda ne gibi roller oynamalıdır?" "Toplumsal kaynaşmayı farklılıkları muhafaza ederek nasıl pekiştirebiliriz?" "Yerel ve merkezî güçler arasındaki iktidar paylaşımı nasıl olmalıdır?" türünden soruları sormamız ve bunlar üzerine gündelik siyasetten sıyrılabilen tartışmaları başlatabilmemiz gerekmektedir.

Tartışmayı sürdürmek
Böylesi soruları sormak ve toplumun geleceğini şekillendirecek konularda tartışmalar başlatmak, doğal olarak, sadece bir başlangıç noktası oluşturacaktır. Önemli olan toplumun bu tür büyük sorular etrafında tartışmayı sürdürebilmesi, bu faaliyetin kesintiye uğramamasını sağlayabilmesidir.
Örnek verecek olursak "Amerikalı kimdir?" sorusu iki asrı aşan bir süredir tartışılmakta, bu ise Amerikan toplumunu farklı biçimlerde şekillendirmektedir.
Diğer bir ifadeyle, "Amerikalı kimdir?" sorusuna on sekizinci yüzyıl sonu ile günümüz arasını kapsayan dönemde birbirinden farklı cevaplar verilmiş ve bu konuda süregelen tartışma günümüz toplumunun şekillenmesinde önemli rol oynamıştır. Bu tartışma farklı dönemlerde zamanın ruhunun (Zeitgeist) etkisiyle değişik kavramsallaştırmaların yapılmasına yol açmakta ve toplumu dönüştürmektedir.
Benzer şekilde çoğu deist olan kurucu babaların sadece Hıristiyanlık değil, Aydınlanma ve bilim temelinde oluşturmayı düşündükleri ABD'de "dinin oynayacağı toplumsal rol," kesintisiz biçimde sürdürülen bir tartışmanın konusu olmuş ve değişik dönemlerde farklı biçimlerde yorumlanmıştır.
Bu, benzer sorulara Âfet İnan'ın vatandaşlık bilgisi kitabında dile getirilen "sorgulanamaz tanım"larla cevap vererek, tartışmayı ortadan kaldırmayı hedeflemiş bir toplumun kolaylıkla anlayamayacağı bir süreçtir.
Böylesi soruların sorulmaması ve tartışma süreçlerinin işletilememesi durumunda toplum dönüşememekte, kısır tanımları "kabul ya da reddetme" ve onlar etrafında çatışmaya sürüklenmektedir.

Soralım ve tartışalım

Dolayısıyla Türkiye'nin kısır, siyasî liderlerin beyânları üzerinden belirlenen gündemlerin yanı sıra "büyük sorular" sorması ve bu konuda ortaya atılacak farklı tezleri kesintisiz biçimde tartışması gerekmektedir.
"Biz o soruları çok önce sorduk ve onlara kesin cevaplar verdik; o konular kapandı" yaklaşımı, zannedilenin tersine uzlaşma ve toplumsal barış sağlayamayacağı gibi toplumun tıkanmasına, sorunlarına zamanın ruhuna uygun cevaplar verememesine neden olmaktadır.
Bu alanda düşülebilecek önemli hatalardan birisi de "O tür sorular geçmişte sorulmuş ve yanlış cevaplandırılmıştı. Şimdi doğru cevapları vererek sorunu çözelim" yaklaşımına cevâz vermektir. Mesele "büyük sorulara," yetkin kişiler ya da liderler tarafından "kesin" cevaplar verilmesi, "tartışılmaz" yeni tanımların yaratılması değildir.
Böylesi bir yaklaşım bizi bir süre sonra, bu farklı tanımları yapanlar, "zamanın ruhunu en iyi kavrayan dehâlar dahi olsa" yeniden aynı başlangıç noktasına geri getirecektir.
Yapılması gereken "soruları sormak" ve daha sonra onlar üzerine kesintisiz, demokratik ve çoğulcu bir tartışmayı mümkün kılmaktır. Bu tartışma bizim değişen ortamlara daha iyi uyum sağlamamızı, dönüşmemizi ve demokratikleşmemizi mümkün kılacaktır.
Türkiye'nin mevcut entelektüel kapasitesi ve sivil toplumun ulaşmış olduğu seviye göz önüne alındığında bunun gerçekleştirilmemesi için bir neden yoktur.
Bu alanda entelektüel gündemi belirleyen literatiye de önemli bir görev düştüğü ortadadır.

Türkiye'nin "büyük sorular" etrafında sürekliliğe sahip tartışmaları sürdüremeyerek dayatılan "doğru"ları "kabul ya da reddetmesi" önemli bir sorundur

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA