Türkiye'nin en iyi haber sitesi
M. ŞÜKRÜ HANİOĞLU

Olumsuz siyaset dili ve uslûb sorunu

Olumsuzluk vurgulu siyasetin “demokrasi”ye tehdit oluşturduğu tezine ihtiyatla yaklaşılmalıdır. Ancak uslûb sorunumuzu bundan ayırmak gerekir

Toplumumuzda farklı görüşleri savunanların üzerinde anlaşabildikleri nadir konulardan ikisi "kutuplaşma"nın artışı ve "olumsuzluk vurgulu siyaset dili"nin yaygınlık kazanmasıdır. Bu iki olgunun siyasetimiz ve toplumsal barış için ciddî tehditler oluşturduğu kanaati geniş kitleler tarafından paylaşılmaktadır.
Bu alanda oluşan toplumsal oydaşma ile dile getirilen şikâyetlerin samimi olduğu şüphesizdir. Ancak söz konusu itirazlar ve değişim taleplerinin gerçekçi olmadığı, "kutuplaşma" ve "olumsuzluk vurgulu siyaset dili"nin yaygınlaşacağını vurgulamak gereklidir.
Benzer şekilde bunların "demokrasi"nin kalitesini düşüreceği, kitleleri siyasetten soğutacağı, kurumlara güveni sarsacağı ve seçimler başta olmak üzere siyasal katılım alanında önemli sorunlar yaratacağı yolunda ilk bakışta mantıklı görünen varsayımların da kapsamlı araştırmalar tarafından ciddî biçimde sorgulandığı unutulmamalıdır.

Olumsuzluk ve etkileri
Kutuplaşma, kimlik siyasetinin yaygınlaşması, medyanın uç görüşlere toplumsal temsillerinin fazlasıyla üzerinde görünürlük kazandırması ve tartışma konularını gündemde tutması, toplumsal fay hatlarının kitleleri kapsayacak biçimde genişlemesi benzeri nedenlerle küresel bir olgu boyutunu kazanmıştır. Bu gelişmenin Türkiye'yi etkilemeyeceğini düşünmek gerçekçi değildir. Mesele kutuplaşmanın, siyasetimizin geleneksel şekli olan "cepheleşme"ye dönüşerek aşırı çatışmacı bir boyut kazanmasıdır. Bu şüphesiz önemli bir sorundur.
Üzerinde kutuplaşma kadar durulması gereken bir konu da siyaset dilinin "olumsuzluk vurgusu" taşımasıdır. Siyasal aktörlerin kendi olumlu yönlerinden ziyade rakiplerinin "olumsuz" yönlerini vurgulamalarının etkileri siyaset biliminin temel araştırma konularından birisi olmuştur.
1994'te Stephen Ansolabehere ve Shanto Iyengar'ın başını çektikleri bir grup akademisyen "olumsuzluk vurgulu" seçim kampanyalarının neticeleri üzerine detaylı bir araştırma yapmışlardır. Bir yıl sonra konuyu detaylarıyla ele alan bir kitap da yayınlayan söz konusu iki siyaset bilimci, Amerikan seçimlerinde oy verme oranının gerilemesini rakiplere saldırıyı hedefleyen siyaset dili ile ilişkilendirmişlerdir.
Bu siyaset bilimcilerin ulaştıkları sonuçlara göre seçmen kitlesinin takriben yüzde beş civarındaki bir kesimi olumsuzluklar üzerine yoğunlaşan, saldırgan siyaset dili nedeniyle oy vermemeyi tercih ediyordu. Bunların önemli bir bölümü ise herhangi bir partiyi desteklemeyen kişilerden oluşuyordu. Olumsuz söylemlerin etkisi kitleleri siyasetten soğutmak ve katılımı düşürmekle sınırlı kalmıyor, bunların yanı sıra, siyasal kurum ve temsil müesseselerine duyulan toplumsal güveni de azaltıyordu.
Bu araştırmanın neticeleri, toplumun genelinde varolan hislere tercüman olması nedeniyle kısa sürede bir tabiat kanunu statüsü kazanmıştır. Gazeteciler, entelektüeller ve ortalama bireyler siyasetin temel sorununu, kutuplaşmanın günah keçisini bulmuşlardır. Bu ise rakiplerinin olumsuzluklarını vurgulayan siyasetçilerin "dil"inden başkası değildi.

Olumsuzluğun olumlu yanları
Bu yaygın kabûl ve "siyasetin dilini düzeltmesi" çağrıları "siyasal aktör"leri etkilememiştir. Bunun nedeni ise oldukça basitti. Siyasal mücadelenin en tesirli aracı "olumsuzluk vurgulaması" idi. Demokratik Parti'nin önde gelen kampanya danışmanlarından Philip Friedman bu etkinliği şöyle özetliyordu: "seçim kampanyalarındaki aslî konu kimin olumsuz ifadelerinin daha güçlü olduğudur. Olumsuzluk vurgusu etkili bir araçtır. Bir görüş olumlu ise onun siyasette kullanılması yerine mezar taşı kitabesi için saklanması daha anlamlı olur."
Siyasetçiler olumsuzluk vurgulu söylemlerin yarattığı varsayılan sorunlara kulak tıkamayı tercih ederken, bu alanda ulaşıldığı iddia olunan bilimsel neticeler de kısa süre içinde ciddî eleştiriler doğurmuştur. Richard Lau, Lee Sigelman, Steven Finkel ve John Geer benzeri çok sayıda siyaset bilimci uzun yıllar süren ve geniş denek kitleleri üzerinde gerçekleştirdikleri araştırmalarla "olumsuzluk vurgulu" siyaset dilinin, katılım ve kurumlara duyulan güven üzerinde anlamlı bir etki yaratmadığını ortaya koymuşlardır.
Siyaset bilimcilerin sorguladıkları diğer bir konu ise "olumsuzluk vurgulu siyaset" dilinin demokrasinin kalitesini de düşürdüğü tezi olmuştur. Günümüzde bu alanın en önemli çalışması olarak görülen John Geer'in Olumsuzluğu Savunma Adına başlıklı kitabı, kamuoyundaki yaygın kanaatin tersine, "olumsuzlukları vurgulama"nın temelde "iktidar mücadelesi yapanlara iktidarın neden kendilerine verilmesinin" gerekli olduğunu açıklama, iktidarda olanlara ise "muhaliflerin tercih edilmesi durumunda doğacak riskleri ortaya koyma" şansını verdiğini vurgulamaktadır. Geer'e göre "olumsuz dil kullanımını önleme çabaları" demokrasiye "olumsuz dil kullanımı"ndan daha fazla zarar vermektedir.
Dolayısıyla kutuplaşma alanında olduğu gibi "olumsuzluk vurgulu siyaset"e de basmakalıp eleştirilerle yaklaşmak yerine, kısa sürede değişmesi mümkün olmayan bu olguların farklı veçhelerini tartışmak, onları mutlaka "demokrasi"ye tehdit olarak algılamamak ve olumlu yanlarının da bulunduğunu gözardı etmemek anlamlı olabilecektir.

Uslûb sorunu
Buraya kadar yaptığımız değerlendirmeler şüphesiz "olumsuzluk vurgulu," rakiplere sert eleştiriler getiren, onların sorunlarını kitlelere göstermeye çalışan siyaset için geçerlidir. Bunların siyasetimizde yaygınlaşan uslûb ve ağız bozukluğu ile karıştırılması gerekir. Siyaset bilimciler de "çamur atma (mudslinging)" ve "hakaret"lerin ayrı sınıflandırmaların konusu olduğunda hemfikirdirler.
Ancak bunun siyasete özgü bir sorun olmaktan ziyade genel eğilimleri yansıttığı unutulmamalıdır. Sosyal medya üzerinden hakaret yağdıranların toplumda önemli bir orana ulaştığı günümüz Türkiye'sinde bu alanda bir iyileşme beklemek gerçekçi olmayabilir. Buna karşılık gerek siyaset gerekse de diğer alanlarda hakaretin "eleştiri" olduğunu düşünenlere toplumsal düzeyde tepki gösterilmesi "olumlu" bir başlangıç olabilir.
Unutulmaması gerekir ki, eleştirilerin hakaret ve küfürle yapılması, onları daha etkin kılmamaktadır. Çok sert tenkitlerin bunlar kullanılmadan dile getirilmesi mümkündür. Bir örnek vermek gerekirse, 1903'te Ahmed Rıza ve Abdullah Cevdet Beyler arasında karşılıklı ağır eleştirilerin yapılmasına neden olan bir tartışma nedeniyle kaleme alınan bir kitap "hissiyât-ı âcizânemin samimiyetine itimad buyurmanızı temenni ile âlem-i Osmaniyet ve İslâmiyete hidemât-ı mübeccele ifasına muvaffakiyetinizi can ü gönülden dilerim mir-i muhterem" ifadesiyle sona eriyordu. Bu ise eleştirilerin gücünü azaltmıyordu.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA