Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BASRİ YALÇIN

Ortaklık ve destek değil, pazarlık ve rekabet

Sanırım bir tür eski alışkanlık. Türkiye'nin Batı ittifakı içindeki rolü üzerinden Türkiye'yi değerlendirmeye yönelik genel bir eğilim var. Çok da yanlış değildi bu okuma biçimi. Çünkü yaklaşık 70 yıldır Türkiye kendi güvenliğini veya ulusal çıkarını Batı ittifakına sıkı biçimde bağlamıştı. Durum böyle olunca da Batılı "dostlarımızın" Türkiye'yi nasıl gördüğü önemli hale geliyordu. Türkiye'nin oynayacağı bir rol olmalıydı ki, onların gözünde kıymetli hale gelsin.
1952 Kore Savaşı'ndan bu yana Türkiye büyük oranda böyle bir dış politikaya yaslandı. NATO üyeliği için Kore'de askeri bir rol oynamak gerekir diye düşünüldü. NATO'nun güney kanadında Amerika'nın "sadık müttefiki" olmak bu bakımdan önemliydi. Doksanlı yılların başında Körfez Savaşı başladığında da Türkiye'ye düşecek rol konuşuldu. Avrupa Birliği'nin öyle ya da böyle Türkiye'nin jeopolitik önemini kavrayacağına ve küresel bir aktör olmak istiyorsa Türkiye'yi üyeliğe kabul etmek zorunda olduğuna da hep vurgu yapıldı. 11 Eylül sonrasında da Amerika'nın Türkiye'den beklentileri olabileceği düşünüldü. Ve bu beklentilerin Türkiye lehine sonuçlar doğuracağı iddia edildi.
Aslında bunların hiçbiri anlamsız beklentiler değildi. Ama Batılılar tutarlı biçimde bu okumayı sahiplenmediler. Daha ziyade "Türkiye'yi havuç ve sopa politikaları çerçevesinde kontrol etmek için bu söylemleri kullandılar" diyebiliriz. Gerçi Türkiye'nin o zamanlardaki kapasitesi belki daha başka bir uygulamaya izin vermiyordu. Bu nedenle Batı'nın bizi önemseyeceğine dair abartılı bir beklenti kendini hep koruyordu.

TÜRKİYE KENDİ FİLMİNİ ÇEKİYOR
Günümüzde ise sanırım bu tür bir okumaya hiç yer yok. Çünkü başta Batı diye bir analiz biriminin kaldığı bile şüpheli. Amerika artık kendine ortak aramıyor. Uzun vadeli ve karşılıklı bağımlılık siyasetinden bilerek kaçınıyor. Avrupalı eski ortaklarına bile güven vermiyor.
Toplamda Batı'nın varlığını geçtik, AB gibi bir kurumsal yapının ortak bir perspektifi bile yok. O nedenle stratejik değerlendirmelere dalıp buradan Türkiye ile ilgili bir zorunlu ortaklık ilişkisi çıkarması da muhtemel görünmüyor. Zaten Suriye iç savaşı ve göçmenler başta olmak üzere birçok örnekte bunu gördük.
O nedenle Türkiye'nin son yıllardaki dış politika aktivizmini sanırım Batı ile ilişkiler düzeyine indirgemesek daha doğru ederiz. Çünkü zaten artık Türkiye kendi kendine biçtiği kendi rolünü oynuyor. Ve bütün bunlar aslında eski ortaklarımıza rağmen oluyor. Türkiye kendi filmini çekiyor.
Ama işte asıl kıymetli olan tarafı da burası. Batı'nın yanında ve yöresinde sadık müttefik olursanız kıymetinizi pek bilmezler. İttifak siyasetinin vazgeçilmez ilkesidir; çekici olmak için kendi özgül ağırlığınızın olması gerekir. Aksi takdirde ya yük olarak görülürsünüz ya da uydu. Ancak kendi başınızın çaresine bakabiliyorsanız o zaman ortak olmazsınız ama çetin pazarlık yapma şansınız daha yüksek olur.
Bu yeni dünyanın gerçekçi okumasını benimseyecek olursak olup biten daha anlamlı hale gelecektir. Sanırım devlet zaten bu okumaya geçti ama yorumcuların da artık bunu kavraması iyi olur.

Bu köşe yazısını aşağıdaki linke tıklayarak sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA