Türkiye'nin en iyi haber sitesi
NİHAT HATİPOĞLU

Kadın konusunda samimi miyiz?

Medyada kadın haberleri hangi vesilelerle yer alıyor dikkat ediyor musunuz? Ya magazin haberlerinde, ya "çocuk gelinler" gibi menfi örneklerde, ya şiddet olaylarında ya boşanmalarda ya cinayetlerde veya benzeri hadiselerde. Peki bu haberlerin kadına bir katkısı oluyor mu?
Sanmıyorum. Magazinde yer alan ve sayıları iki elin parmağı kadar az olan hanımefendilerin hayat hikâyelerinin kadınların geleceğine katkısı oluyor mu sizce?
En isabetli, önemli konuları bile sulandırıp ele alıyoruz. Çözümsüzlüğe itiyoruz. "Çocuk gelinler" konusu da böyle değil mi? Elbette genç kızlarımız çocuk denilecek küçük yaşta evlendirilmemelidirler.
Dünyayı ve daha doğrusu kendilerini tanıdıktan sonra evlenmeliler. Hür iradelerini kullanmalılar. Bu konuda ailelere yol gösterelim. Yönlendirici olalım.
Peki, bu çözüm için yeterli midir?
Küçük yaşta istismar edilen ve hamile kalan kızları, hamilelikten dolayı oluşan çocuk aldırmalarını, böyle bir dramla karşı karşıya kalan aileleri ne yapacağız.
Olay sadece, küçük yaştaki evliliklerle sınırlandırılmayacak kadar karmaşıktır.
İç içe geçmiş yığınla problem var. Bunları konuşmayacak mıyız? Bunlar bu tartışmanın neresinde yer alacak. Bunları görmezden mi geleceğiz. Sadece, "çocukları küçük yaşta evlendirmeyin" uyarısı yeterli olacak mı sizce?
Neden kadınlarla ilgili menfi olaylarda bir patlama yaşanıyor. Sebepleri nedir?
Karşı cinsler arasındaki yakınlaşma hangi yaşa kadar indi. Bu konuda ciddi bir istatistik var mı elimizde.
Bu konuda çocuklarımız için ne yapabiliriz.
Ne yapmamız lazım. Gençlerimizin evlilik yaşını makul bir noktaya çekip yükseltelim ama internet ve benzeri araçlardaki sınırsız tahrik unsurlarını da değerlendirelim.
Gayri meşru ilişkiler, boşanmalar, aldatmalar, huzursuzluklar boşuna değil.
Bunlarda ciddi patlamaların yaşandığını biliyor musunuz?
Bizim kadın veya erkek özgürlüğünden anladığımız nedir? Evli kadınların istediği zaman istediği erkekle çıkmaları, istedikleri beraberlikleri yaşamaları, gerektiğinde evlatlarını terk edip başka yerlerde gecelemeleri mi? Bunu ha kadın yapmış, ha erkek. Fark etmiyor.
Bu mu özgürlük? Ben erkek yaptığında elinin kiri, kadın yaptığında şöyle veya böyle sıfatlandırılmasından yana değilim. Haram, haramdır. Hangi cins yaparsa yapsın.
Bütün bu sorgulama ve sorularla aslında şunu sormak istiyorum; manzarayı bir bütün olarak görebiliyor muyuz?
Yoksa ayrıntıda mı boğuluyoruz? Hadiseleri bütün unsurlarıyla ele alırsak çözüme daha kısa yoldan ulaşabileceğimize inanıyorum. O zaman, kadın konusunda samimi iş yapmış, gerçek çözümü istemiş oluruz.

Zirvedeki kadınlar

Dini içerikli yazılarımızda hep zirveleşmiş büyük erkekleri konuşuyoruz.
Dini alanda zirveleşmiş, takvada öncü olan erkek kişilikleri. Bir özeleştiri olarak bu husustaki kadın değerlerimizi ihmal ettiğimizi itiraf etmeliyiz. En azından daha az hatırlıyoruz. Halbuki bizim kültürümüzde muhteşem kadınlar vardır ve dini samimiyetlerinde çağdaşları olan erkekleri fazlasıyla geride bırakmışlardır.
Bunları da konuşmalıyız. Evlatlarımıza, gençlerimize, daha zengin seçenekler sunabilmek adına.
Denir ki: Peygamberimizin eşi Hz. Aişe bayram günleri hariç her gün oruç tutardı. Bir gece namaza kalkar, sabaha kadar tek rekaatta "Cehennem azabından koru" ayetini tekrar tekrar okuyup durur.
Diğer yandan da Yüce Allah'a olan aşkın hasretinden ötürü gözyaşı döker.
Denir ki; Hz. Hatice Yüce Allah'ın kendisine özel selam gönderdiği ender insanlardan birisidir. O, bütün bu yüceliğine rağmen geceleri Hz. Peygamber'le (s.a.v.) beraber nafile namaz kılmaya kalkar ve ayaklarının altı şişinceye kadar namaza devam ederdi.
Büyük mutasavvıf Zünnun şöyle anlatıyor: Bir gece yolda yürüyordum.
Bir karaltının yaklaştığını gördüm. Dikkat ettim. Bir kadındı. Tanımak istedim.
Kim bu karaltı diye sordum. Bir kul dedi. Sonra o kadın bana sordu sen kimsin? Ben cevaben dedim ki, gurbette bir yabancı. Kadın cevap verdi; Allah ile olan hiç gurbette sayılır mı? Zünnun diyor ki, bu cevap üzerine ağladım.
Kadın bana dedi ki; samimi olsaydın ağlamazdın. Çünkü ağlamak gönlün rahatlaması demektir. Samimi kişi, gönlünü rahatlatmanın peşinde koşmaz.
Kadına dedim ki; bana öğüt versene: dedi ki; her işinde Allah'ın hesabını yap ve Allah'tan utan. Çünkü Ata Sülemi, Yüce Allah'a duyduğu utançtan dolayı 40 yıl boyunca gözlerini yukarıya doğru kaldırıp bakmamıştır.
Büyük kadın Rabia el-Adeviyye; büyüklerden birinin "Allah'tan çok korkuyorum" dediğini duyunca şöyle der: Eğer gerçekten korksaydın kendinde bu sözü söyleyecek güç bulamazdın. Senin korkun dilindeki korkudur. Kalbindeki değil.
Hz. Ömer'in kızı Hz. Hafsa'nın, vefat edinceye kadar yılın çoğunu oruçla geçirdiği söylenir.
Hz. Zeynep; el emeğiyle kazandığı parayı fakirlere dağıtırdı. El sanatını bu amaçla değerlendirirdi. Geri kalan zamanlarda ibadete yoğunlaşırdı. Hatta bir gün mescidin iki sütunu arasına ip bağlar. Ve yorulduğunda bu iplere tutunup namaz kılmaya başlar. Peygamberimiz, bu ipi görünce sorar: Nedir bu ip?
Derler ki; eşinizin ipidir. Ayakta duramayacak hale gelince bu ipe tutunup ayakta durmaya çabalar. Hz. Peygamber (s.a.v.) bundan hoşlanmaz. İpi çözün. Dinç olduğunda namaz kılsın yorulunca da otursun buyurur. Aslında bu örnek bile Hz. Peygamber'in (s.a.v.) evlilikleri ve eşleri hakkında yeterince mesaj vermeye yeterlidir sanırım. Peygamberimizin eşlerinin hayatları boyunca Allah'ın hesabını yaptıklarını gösterir.
Hz. Aişe'nin eline on bin altın ulaşır. Medine kadınlarını çağırır ve dağıtır. Akşam vakti gelince, iftar yapmak için yardımcısı olan kadından sofrayı sermesini ister. Kadın der ki; efendim, evde yiyecek hiçbir şeyimiz yoktur.
Keşke on bin altını dağıtırken bir altın da bize bıraksaydınız. Şu anda Medine'nin en yoksul insanı biziz. Hz. Aişe biraz da sitem kokan bu cümlelere şöyle cevap verir; "İyi ya işte. Biz de yarınki oruca niyetlenelim. Ben altınları dağıtırken sen bana hatırlatsaydın, senin için bir altın bırakırdım."
Bu sunduklarım büyük İslam kadınlarından bir demet sadece. Günümüz kadınlarına birer mesaj taşır belki. Bire bir aynısını yaşamak veya yaşatmak elbette zordur. Zaten tarihi şahsiyetler anlatılırken, birebir onlar gibi olabilelim diye değil, ders alabilelim diye sunulur.
Mesaj alabilelim diye sunulur. Yoksa kim Hz. Zeyneb gibi, Hz.Aişe gibi olabilir.
Veya kim Hz. Ömer gibi veya Hz.Ali gibi olabilir.
Biz kadınlarımıza uygulanan ayrımcılıktan veya kadınlarımızın yaptıkları yanlışlıklardan şikâyetçi oluyoruz. Peki; kadınlarımıza, kızlarımıza, gençlerimize yön verecek ahlaki erdemleri, dini hassasiyetleri yeterince anlatabiliyor muyuz?
Medya bunları yeterince işleyebiliyor mu? Sizce medyanın böyle bir derdi var mı? İstisnalar hariç, hiç zannetmiyorum.

YAZARIN BUGÜNKÜ DİĞER YAZILARI
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA