Türkiye'nin en iyi haber sitesi
NAZLI ILICAK

Yasemin devrim ve Beyaz devrim

Tunus'taki "Yasemin" devriminin, bölgeye sirayet etmesi endişesi yaşanıyor. Bölge ülkelerindeki dikta rejimleri, uzun yıllar boyunca, "İslâmcı hareketlerin iktidarı ele geçirmesi" korkusuyla beslendi. Demek, artık yolun sonuna geldik. Ama, Tunus'ta, serbest seçimlerle gerçek bir demokrasiye geçilmesi ihtimali çok zayıf. Halk, devrim yaptı fakat, ülkeyi korumak ve kollamak için, her an asker devreye girebilir.
Tunus, önce Osmanlı İmparatorluğu'nun egemenliği altındaydı. Sonra Fransız hâkimiyeti kuruldu. Tunuslular, 1930'larda Habib Burgiba önderliğinde bağımsızlık mücadelesine başladılar. Tunus bağımsızlığını 1956'da kazandı ve Burgiba, ilk Tunus Cumhurbaşkanı oldu. Tunus'ta, laiklik ilkesi, dini dışlayıcı bir katılıkta uygulandı ve uygulanıyor. Başörtüsüne karşı adeta savaş açıldı. Tunus, laik bir devlet ama, demokrat olamadı. 1987'de bir diktatörlükten, bir başka diktatörlüğe geçti: Zeynel Abidin Bin Ali, Habib Burgiba'nın koltuğuna oturdu. İlk başlarda, siyasette özgür bir örgütlenmeye izin vereceği izlenimi doğdu. Hatta, Bin Ali, sürgündeki İslâmi Yöneliş mensuplarının Tunus'a dönmesine müsaade verdi. İslâmi Yöneliş, adını, yönetimle uyum sağlamak ve şimşekleri üzerine çekmemek amacıyla "Nahda" (Diriliş) olarak değiştirdi. Fakat bu ılımlı hava çok uzun sürmedi; hareketin lideri Raşid Gannuşi başta olmak üzere, pek çok İslâmcı politikacı ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Bin Ali'nin devrilmesine yol açan Yasemin devriminde, mutlaka dini baskı altında tutulan grupların da rolü vardır. Nitekim, Nahda'nın lideri Raşid Gannuşi Tunus'a dönmek üzere.

***

Türkiye, Tunus'un yaşadığı çalkantılara sahne olmadan, devleti kuran partinin (CHP'nin) iktidarına son vermeyi başardı. Bu yüzden 14 Mayıs 1950 için "Beyaz devrim" deniliyor. 1950'de, iktidar, kansız, hilesiz, hurdasız bir biçimde el değiştirdi. Tabii bunda, Osmanlı'dan gelen devlet geleneğinin rolü olduğu kadar, Tunus, Cezayir, Fas, Mısır, Suudi Arabistan, Ürdün'ün aksine, bir sömürge ülkesi olmamamızın da etkisi var. Bizim halkımızın İslâm yorumu, çok küçük bir kitlenin haricinde, radikalleşmedi. Buna rağmen, elmalarla armutlar karıştırıldı, Ortadoğu'daki her kıpırdanmada, "İran gibi mi olacağız; Cezayir, Fas'a mı benzeyeceğiz?" korkusunu yaşadık.
Cezayir, ancak 1962'de Fransa'ya karşı bağımsızlığını kazandı. Uzun yıllar tek parti yönetiminde ve otoriter rejim altında kaldı. 1990'larda tam demokrasiye geçiliyordu ki, İslâmi Selâmet Cephesi'nin (FİS) iktidara geleceği korkusu yüzünden, süreç akamete uğradı. 1992'de, ordu, seçimlerin ikinci turunu iptal ederek yönetime el koydu.
Fas'a gelince... Bu ülke de bağımsızlığına 1956'da kavuştu. Krallığın partisi diye anılan İstiklâl Partisi işbaşında. İslâmi bir karakter taşıyan Adalet ve Kalkınma Partisi, iktidar karşısında ciddi bir muhalefet oluşturuyor.
Mısır'da veya Suudi Arabistan'daki otoriter rejimlere alternatif Müslüman Kardeşler ya da benzer yapılar... bu yüzden demokrasiye geçmek şimdilik bir hayal gibi gözüküyor. Hüsnü Mübarek ve Abdullah Bin Abdül Aziz, Batı'ya düşman İslâmi rejimlerin kurulması ihtimalini öne sürerek kendilerine destek buluyorlar.
Türkiye ne kadar imtiyazlı bir konumda olduğunu idrak etmeli. Bunu sadece laik rejime değil, yıllar içinde kök salan demokrasisine de borçlu. 14 Mayıs 1950'nin önemini hatırlamamıza Yasemin devrimi vesile oldu.Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran partiyi (CHP'yi ve Milli Şefi), biz, sokakta değil sandıkta devirdik.

YAZARIN BUGÜNKÜ DİĞER YAZILARI
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA