Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Dillere özgürlük ya da kapıyı çalan demokrasi

20. yüzyılın son büyük düşünürü Derrida'nın ortaya attığı, zaman zaman "acaba eskidi mi" diye düşündüğüm "gelecek (teki/gelecek olan) demokrasi" kavramının Türkiye'nin kapısından girdiğini görüyorum, anadilde savunma tartışmalarına kulak kabarttığımda.
Biraz sıradanlaştırarak, epeyce yavanlaştırarak, hayli basitleştirerek söylersem, Fransız düşünür, bugünkü demokrasinin, hatta her zamanki demokrasinin yetersiz olduğunu, daha iyi bir demokrasinin sürekli biçimde inşa edilmesi gerektiğini, daha mükemmel bir demokrasinin ancak gelecekte sağlanabileceğini, fakat onun da başka bir demokrasi tasavvuruyla aşılabileceğini belirtiyordu.

***

Kabul edelim ki, çok partili rejimi, serbest oyu falan demokrasi saydık.
Daha beteri, demokrasiyi devletle ilgili bir kurum, durum, olgu diye görmek gafletine düştük. Dünyada eşsiz menentsiz, tamamen despotik, totaliter bir devlet yapısı içinde demokrasinin topluma, insana ait olduğunu unuttuk.
Belki de hiç bilmedik. Egemenlik kavramını, bütün o "milletindir" edebiyatına rağmen topluma değil devlete terk ettik. Ulus devleti toplumun farklılıklarını yok sayan, ezen bir odak diye belledik.
Şimdi anadilde savunma tartışılırken, MHP'nin heyecanı, tepkisi doğrudur ama sadece eski, köhnemiş bir rejimi savunmak bağlamında doğrudur.
MHP, şimdi "ulusal egemenlik" elden gidiyor diye feryat ediyor, anadilde savunma hakkı veriliyor diye. Çünkü MHP, tıpatıp CHP'nin arkaik ulusalcıları gibi, egemenliği, insana "söz hakkı vermeyen" bir rejim olarak telakki ediyor. Devlet egemenliğinin, hatta ulusal egemenliğin bir kişinin anadilde savunma yapmasıyla zedelenmeyeceğini bilemiyor.
***

Oysa gerçek tam tersi.
Eğer ulus devlet egemenliğini, hâkim etnik unsurun tahakkümü olarak değil hukuki bir statü olarak görürseniz ve devlet- millet/ toplum ilişkisini anayasal yurttaşlık kavramıyla tayin ederseniz anadilde savunma gerçek bir ulus devletin oluşmasındaki temel koşuldur.
Bu suretle zora dayalı ve yukarıda belirlenmiş bir devlet- birey ilişkisi değil bütünüyle hukuki bir statü kurulur. Egemenlikse devletin bunu düzenleyecek yasaları çıkarma ve hukuki yapıyı inşa etme halidir. Ulusal egemenlik tek dille sağlanan bir kriter değildir. İradi bir durumdur, ulusal egemenlik.
Vatandaşın kendisine karar üretme sürecidir. "Dar devlet" diyeceğim anlayışı savunan siyasal teori ki, Rousseau'dan beri devam etmektedir, bunu belirtir. Egemenlik bir irade sorunudur, der.
Ayrıca da 20. yüzyıl sonunda bütün o AB gibi kurumların getirdiği statünün egemenlik devriyle oluştuğunu unuttuk mu? Yani, 19. yüzyıl milliyetçiliklerine dayalı ve bir etnisitenin etrafına yerleşmiş ulus devlet -egemenlik anlayışı şimdi başka bir yatakta akıyor.
***

Ama şunu bilelim.
Kaşıkla verip sapıyla almak Türkiye'de devletin çok iyi bildiği, çok iyi oynadığı bir roldür. Şimdi anadilde savunma hakkı getiriliyorsa bunun dünya kadar farklı boyutunun olduğunu, bu "iş"in burada kalmayacağını bilmek şart!
Devlet/ iktidar o açılımları gerçekleştirmeye hazır olmalı, bu gerçekten çok önemli adımı diğerleriyle destekleyerek yeni bir demokrasinin ve hukuki yapının doğmasını sağlamalıdır.
Kapıyı çalan demokrasi ancak o zaman içeri girebilir.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA