Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Gezi Parkı laboratuvarı

Polis, Gezi Parkı'na girdi. O başlı başına bir iş. Gene de olaylar yatışmadı. Öylelikle, Türk siyasetinde önemli bir dönemeç alındı. Bir dönüşüm yaşandı. İşin bu noktaya geleceği bekleniyordu. Geldi. Böyle olmasını kimse istemezdi.
Gezi'de bir dayanışma ve dayanışmacı bir hayat, bir yaşam tarzı vardı. Türkiye bu hareketle birlikte yeni bir siyaset anlayışıyla karşılaştı. Unuttuğu bazı şeyleri hatırladı. Toplumla siyaset arasında bir bağ oluştu. Siyasetin topluma ait bir şey olduğu yeniden fark edildi. Meydanın siyaset üreten bir mekân olduğu anımsandı. Fakat hepsinden daha önemlisi, bana göre, bu hareketin, Türkiye'deki iktidar- devlet ilişkisinin siyaset üstünden yeniden değerlendirilmesine olanak vermesidir. Bu noktayı açayım.

***

Baştan beri Gezi olaylarını AK Parti 'olgusuyla' değerlendirdim. Nedenini biraz spekülatif bir biçimde dile getireyim. AK Parti, işbaşına Taksim 'tarzı' gelmişti. Bir kere sistem dışıydı. Sistemin kıyısından, kenarından geliyordu. Sistem devlet demekti ve o devlet AK Parti tabanını, dışlamak bir yana, açıkça yok sayıyordu, o kitleye hayat hakkı tanımıyordu. Kendine göre bir finans gücü, çok kuvvetli bir örgütü vs vardı ama hepsinden önemlisi, AK Parti gene Taksim Meydanı'ndakine benzer bir dayanışma, bir 'Gökkuşağı Koalisyonu' ile geldi iktidara. Kendi doğal tabanı dışında liberalleri, demokratları, eski sosyalistlerin bir bölümünü devlet-sistem dışılığı nedeniyle yanına almıştı. Bir daha söyleyeyim: Bu Taksim Meydanı koalisyonuydu ve dışlanmışları, muhalifleri içeriyordu.
Şimdi işler değişti. AK Parti kendi kitlesini buldu, yarattı, onları kendisine bağladı. Onun dışındaki bir kitleyi istemiyor. Kendi kendisine yetecek bir güce sahip olduğunu düşünüyor. Buna bağlı olarak liberal demokrat çevreyle ilişkisini kendi kontrolü ölçüsüne indirgemeyi tercih ediyor. Hepsinden önemlisiyse, söyleminde 'devlet' kavramını kullanıyor. 'Bu devlet sizin oyuncağınız değildir' diyor örneğin. Her şeyin sahibi olarak devleti gösteriyor. Bu, toplumdan devlete doğru bir kayış anlamına gelir. Sisteme yerleşmek, onunla özdeşleşmek anlamı taşır.
Bu yaklaşımı devam ettirmenin şartı bellidir: O kitleye devletten katkı sağlamak, olanak sunmak. Yanlış değildir, uygulanmamış değildir. Ama o durumda egemen devlet anlayışı ve yapısı devam eder. Oysa, Türkiye'nin son on yıllık dönemi devleti dönüştürmek, aşmak anlamını taşıdı. İkincisi, bu yapılsa dahi, bir süre sonra o kesim, kendisine yeni ve sistem-devlet dışı bir çevre arar. Her şeyi devletten bekleyen kesim git gide iktidar üstünden devlete bağımlı hale gelir. Bu siyaset dışı bir durumdur. Oysa AK Parti'nin ana özelliği siyaset üreten ve kitleyi siyasallaştıran bir parti olmasıdır.
Muhalefet doğrudan doğruya siyasal bir olgudur. Şiddete dayalı olası ne meşrudur ne mazur görülür. Ama muhalefete karşı iktidar söylemi, hele hele devleti özne almış ve kendisini devletle özdeşleştirmiş bir iktidar söylemi kurmak hem zor hem sorunludur. Bir düşüncenin iktidar olmasını istemek başkadır, iktidarın başlı başına bir düşünce olması başka.
Birincisi siyaset yapmak ikincisi siyaseti budamaktır.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA