Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Bitsin şu üniversite sınavları

Gerçi son yıllarda üst üste yaptığı düzenlemeler, verdiği bir kararı ikinci bir kararla ortadan kaldırması, aileleri de öğrencileri de zora koşmasıyla mutlaka eleştirilmesi gerekir Milli Eğitim Bakanlığı'nın ama attığı şu son adım, yani merkezi üniversite giriş sınavını kaldırma girişimi doğru değil diyecek olan çıkabilir mi?
Üniversite giriş sınavlarının bu şekilde yapılması, kırk yıldır süren bu düzen Türkiye'deki eğitimi, bahusus lise eğitimini tarumar etmiş, bu alanda yer alan herkesi bin türlü rezilliğin içine itip sıkıştırmıştır. Lise son sınıflar, hocanın, öğrencinin, velinin birbirine yalan söylediği bir yıl olmuş, bu nedenle lise süresi dört yıla çıkarılmış ama zerre kadar yarar sağlanamamıştır.
Oysa bu olabilirdi. İlk üç yılda çok sıkı bir lise eğitimi sağlanıp dördüncü yıl sınava hazırlık yılı olarak kullanılabilirdi. Olmadı. Aynı kepaze oyun devam ediyor, öğrenci okula gidiyormuş gibi görünüp kursa koşuyor. Çocuklar başlarını bir yere sokabilsinler, okullar da bununla reklam yapabilsinler diye herkes o uydurma sağlık raporları düzenine boyun eğiyor.

***

Kaldı ki, eğitimin niteliği nedir Türkiye'de? Yıllar yılı yatırım mı üretim mi ikilemi içinde yaşayan Türkiye, üretimi yatırıma (yer yer haklı olarak) tercih edince ve ortak bir "akıl" siyasete hâkim olup eğitim gibi hassas bir konuda yatırımın üretime önceliğini kabul görmeyince işler gele gele halihazır noktaya geldi.
Bugün her şeye rağmen açılan okul, üniversite sayısı sevindiricidir ve her ilde bir üniversite benim çok desteklediğim bir modeldir ama ne yazık ki Türkiye, Avrupa'nın 1945 /50 sonrasında yakaladığı üretken nüfus dönemine yetişmemiş, nitelikli/ eğitimli eleman haline gelmemiş bir kitleyle erişti.
Bugün Türkiye'nin ana sorunu ilkel sermaye birikimi sağlamaya çalışan bu nedenle eğitimi erteledikçe erteleyen, büyük kentlere yığılmış büyük nüfustur. Köylülük zaten eğitimi gerektirmiyordu ve o üretken olmayan kitle Türkiye'nin sırtındaki büyük kamburdu. Şimdi, köylülük % 30'a düştü ve kentlere yığılmış kitleler öncekine nazaran daha fazla ekonomik değer üretmektedir ama çok yetersiz bir noktadayız, eğitim bakımından.
***

Genel durum bu iken, üniversite sınavının merkezi ve her şeye rağmen tek dereceli bir sınavla tayin edilmesi, ölçme bakımından inkâr edilmez bir başarıya sahip olsa da yanlıştır. Düşünün ki, bir gencin kaderi iki üç saatte belirleniyor ve bitiyor her şey.
Ayrıca çok iyi biliyorum ki, üniversite sınavı bir bilgi değil beceri sınavıdır. Tipleştirilmiş, dondurulmuş bilginin mekanik olarak mükemmelleştirilmiş bir melekeyle çözülmesidir üniversite sınavının mahiyeti. Şu kadar bin soru alıştırması yapan çocuğun aşağı yukarı ne kadar puan alacağı önceden söylenebilmektedir.
Başka bir manasızlık daha var. Şöyle düşünelim: bir üniversitenin şu bölümüne 25 öğrenci bulmak için 2 milyona yakın öğrenciyi sınava sokuyoruz. Aynı kitleyi bir de şu üniversitenin şu bölümüne bulunacak 40 öğrenci için imtihan ediyoruz. Giriş sınavlarının mantığı budur.
Oysa çözüm basittir. Daha önceleri olduğu gibi her üniversite ve bölüm kendi sınavını yapar. Ya da kendi yöntemini uygular. Bir üniversitenin belli bir bölümündeki 25 öğrenci için 2 milyon insan kapısına mı gelecek? Gerekiyorsa mesela hukuk fakülteleri birleşip kendi sınavlarını yapabilir. Hiçbir mahzuru yok. Yeter ki bu sınavlar zekâyla birlikte bilgiyi de ölçsün.
Bunları görür müyüz bilemem ama şimdi önerilen ardışık sınavlarla bir düzey tayin etmek ve onu esas almak her şeye rağmen doğrudur ve önemli bir adımdır.
Bekleyip görelim!

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA