Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Ara Güler kayası...

Cumhuriyet gazetesinin Ara Güler'i önce alaycı bir dille (Ara ustayı tenzih ederek yazayım) 'kınayıp', sonra küçücük bir açıklamayla özür dilemesini gene de bir milat saymak gerek.
Mesele Ara Güler'den özür dilemek değil. Büyükler büyüğü Ara Güler'in özre zaten ihtiyacı yoktur. Ama aykırı bir şey söyleyeyim, sosyal medyada ve basının diğer organlarında Ara Güler'i saçma sapan bir şekilde kınayanların da özre ihtiyacı yoktur. Onlar da zaten zihniyetlerini, düzeylerini belli etmişlerdir. Artık özür dileseler ne olacak.

***

Cumhuriyet'teki açıklamanın asıl önemi oradaki bir cümledir. Cumhuriyet, kelimesi kelimesine, 'her gün şikâyetçi olduğumuz toplumun giderek kamplaştırılması, en insani ve doğal olayların, tutumların ve çalışmaların bile bu kamplaşma bağlamında değerlendirilmesi tuzağına, zaafına ne yazık ki biz de düştük' diyordu.
İyi. Bunu anladıklarına memnun olduk. Bu köşede bir süredir yazdığım yazılarda bu konuyu ele alıyorum. Toplumun derin, büyük, yaygın bir paranoyaya sürüklendiğini vurguluyorum. Şimdi Cumhuriyet belirttiğim gerçeği kabul ediyor ama hayli mahcup ve hayli yaralı olarak. Gene de içimden bir ses, Ara Güler, 90 yaşında bir büyük usta olmasaydı, bu özrün asla gelmeyeceğini bana söylüyor.
***

Biz böyleyiz! Ve maalesef kesinkes böyleyiz! Şimdi bu satırları yazarken büyük romancımız Orhan Pamuk'un Nobel ödülünü aldığı için neredeyse bu ülkeden uzaklaştırılmak istendiğini anımsamamalı mıyım? İşin garip tarafı o tarihte, 2006 yılı Ekim ayında başını edebiyatçı Demirtaş Ceyhun'un çektiği 76 kişi gene Ceyhun'un yazdığı bir metni imzalamış ve bu ödülü Orhan Pamuk'un aldığı (bu defa da Pamuk'u tenzih ederek yazayım) 'ücret' olarak nitelendirmişti. Tarihe bir kere daha geçsin diye şuraya yazarken dahi yüzüm kızarıyor.
Gene de Cumhuriyet'in çıkışını önemsiyorum. Bu çıkışın hayli karamsar, kötümser bir kesim için bir işaret fişeği olabileceği umudunu korumak istiyorum. Belki, kendi yılgınlığının buldozeriyle önüne gelen her şeyi ezip geçen bu 'kaygı' bir parça olsun bu özürle geriler, kendi üstünde düşünür ve akıl çizgisine gelir. Ama bu duyguyu taşıyanların üstünde de toplumun düşünmesi gerekir.
***

Şimdi işin asıl düğüm noktasına geleyim. Verdiğim Orhan Pamuk örneğinden başlayarak devam eden bu tutumun belkemiğini politik bir yaklaşım oluşturmuyor. Herkes öyle sanıyor ama kimselerin üstünde düşünmediği ana sorun bu. Bahsettiğimiz dışlayıcı, yıkıcı, reddeden yaklaşım, aslında, sözü tüketerek, apolitik bir çizgiye çekiyor kendisini. 'Linç kültürünün' hâkim olduğu yerde siyasetin ana unsuru söz ortadan kalkar.
Hatta iş tersinedir. Söze, onun ayrılmaz parçası olan düşünceye daha fazla yer kalmadığında iş küfre, redde ve şiddete dönüşür. Başka düzeylerde şiddetten yakındığını sandığım bu kesimin kendi işine geldiğinde siyaset yapıyormuşçasına uyguladığı, özünde apolitik olan şiddeti siyaset sanması sanırım yaşadığımız en büyük aldatmacalardan biri. Ve bu aldatmaca değişen şiddet ve dalgalar halinde hayatımızı 1990'ların ortasından bu yana etkiliyor bizi.
Sonunda geldi, Ara Güler kayasına çarptı! Neyse ki, Ara Güler kayası, kayadan daha sağlamdır...

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA