New York, sokakların New York'u. Bu kentin hiç uyumadığı söylenir de hayatın caddelerde aktığı, yaşandığı ve tüketildiği akla gelmez. Oysa sokağa bu kadar bağlı, bağımlı herhalde bir başka kent daha bulmak olanaksız. Belki İstanbul denebilir ama o da bir ölçüde. Izgaralardan yaz ve kış dumanların tüttüğü, binaların akşam karanlığında heyula gibi insanın üstüne geldiği, sirenlerin yakın ve uzak seslerinin kulakları doldurduğu kent 24 saat yaşıyor.
Neden sorusunun açık bir cevabı yok. Ama otuz yıldan fazla bir zaman önce geldiğim kenti yerinde bulmam bir yana, daha birkaç ay önce gidip geldiğim yerleri de bulamıyorum. New York en az İstanbul kadar, belki ondan da daha fazla bir hızla değişiyor. Şu bahsettiğim ve bir insan ömrü demek olan zaman içinde kent yıkıldı, yeniden yapıldı.
***
Böyle bir kent nasıl yönetilir? New York'un
büyük yöneticilerinden bazılarını tamamen
ismen ve yaptıklarıyla, bazılarını
anıları ve başarılarıyla, bazılarını
tanıklılarımla biliyorum.
Adı şimdi havaalanında yaşayan
La Guardia öyle birisi. Gelmiş geçmiş belediye
başkanlarının en büyüklerinden, New
York'a en çok iş yapmışlardan biri kabul ediliyor. Efsaneleriyle biliyorum.
Edward Koch'a yetiştim. Hayli ilginç bir adamdı. Fazlasıyla teatraldi. New Yorklular öyle hatırlıyor onu.
Büyük değişiklik şimdi
Trump'ı delicesine destekleyen
Giuliani döneminde başladı. Bir zamanların efsanevi
42. Caddesi gibi '
acayip' yerleri dönüştüren, '
mafya'yla pazarlık yapan, onlara sağladığı imkânlar karşılığında, batakhaneleri, kentsel şiddeti bitiren o oldu.
11 Eylül'de de başkan o idi. Olayı gayet iyi yönettiğinin bizzat tanığıyım. O gitti neredeyse hiç işe yaramaz
Bloomberg geldi. Şu sıralarda da bazılarına göre '
komünist' olan
De Blasio. Onun da Giuliani kadar başarılı olduğunu söylemek zor.
***
Neticede yönetilmesi dünyanın en zor kentlerinden biri New York. Korkunç denecek büyüklükte bir
kapitali, nüfusu ve hareketi barındırıyor. Coğrafyasının yönetimi de bir o kadar güç. Gelin görün ki, dünyanın gözü bu kentin üstünde. Bir akademik dostumun söylediği gibi bütün dünya buraya gelmek istiyor.
New York Üniversitesi'ne 32 bin aday başvurdu geçen yıl. Sadece 1500 kişi aldılar. Yapacak bir şey yok. '
Büyük Elma' denen,
Gotham denen bu kentin efsanesi, sihri, büyüsü ve moda tabirle '
imajı' kendisinden önde gidiyor.
Bir de başka bir sıkıntısı var bu kent yönetiminin. Çoğunlukla
Demokratların önde olduğu bir kent NY. Onlardan biri başkan seçildiğinde, eğer yönetim Cumhuriyetçilerdeyse yandılar.
Kaynak kısıtlamaları kenti canından bezdiriyor.
Nitekim şu sıralar gene öyle. Kent Trump seçildiği için derin bir yeis içinde. Bu
NY'lu ve
DC'li entellektüellerin, varsılların duygusu. Ama '
derin Amerika' bambaşka bir tutum ve tavır içinde ki, içinde yaşadığımız dünyanın ana sorunu bu.
Neyse, zaten '
kamu harcaması' ve '
kamu yatırımı' bakımından sorunlu bir kent olan NY şu sıralarda kelimenin tam anlamıyla
dökülüyor. Hayli şaşırtıcı bir durum. Çünkü bir yandan başta söylediğim gibi akıl almaz bir şekilde gelişip değişiyor, öte yandan, havaalanından başlayarak kentin altyapısı perişan bir halde. Yolları bizim köy yollarından bin beter.
Gene de
yerel yönetim olarak ilginç deneyimler sunuyor. Yerel yönetimler genel olarak böyle. Bu ölçüde
büyük kentleri sorunları olsa da kırıp dökmeden yönetmek bir başarı. O nedenledir ki, birçok siyaset bilimci şimdi dünyayı
belediye başkanları yönetsin, kentlerin yönetilişleri de, imajları da ait oldukları
ulus devletlerden daha iyi, daha ileride diyor.
Şimdi herkes dört yıl görevde kalırsa
Trump, bu süre zarfında NY'u neler bekliyor diye merak içinde.
Ben de...