Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Yılların okuması: Batı Kanonu ve Harold Bloom

Bloom’un ilk yayımlandıktan sonra kıyametler koparan asıl kitabı Türkçeye ilk çevrildiğinde üstünde duramadığım Batı Kanonu’dur. 26 yapıtı kendi dillerinin, kültürlerinin ve uluslarının ‘ana’ yapıtı olarak irdeler. Bu arada kanon kavramını tartışır. Bu 26 yapıtı Bloom’un kaleminden okumak bir zevk. Size söyleyeyim, okuyun bu kitabı, bu yılın, hatta yılların ‘okuması’ olarak

Hamlet üstüne küçük kitabı yeni yayınlanmıştı Harold Bloom'un. New York'ta bir konuşma yapacağını öğrendim. Kitap öyle aman aman değildi. Konuşmanın da fazla cazip bir yanı olmayacağını biliyordum. Buna rağmen heyecanla gidip dinlemek istedim. Asıl ilginç olan Bloom'un kendisiydi. Konuşma sonrasında neler olacağını tahmin ediyordum: Tanışıp ahbaplık edecektik. (Tecrübeyle sabittir!) Aynen öyle oldu. Konuşmasını dinledim. Yanına gittim, şimdi kitaplığımda duran Hamlet'i imzalattım, adımı Amerikalıların hep yaptığı gibi 'Hassan' diye yazmak istedi, hayır, şudur budur deyince ben iki soru sordum, o da yemeğe gidelim dedi.
Çıktık. Kalp ameliyatını henüz atlatmıştı, şişe şişe su içiyordu. "Aldığım ilaçlar ağzımı kurutuyor" diyordu. Amerika'da hiç adet olmadığı şekilde gecenin geç saatine kadar konuştuk hem lokantada hem kaldığı otelde. (Konuşurken ha bire "my dear child" (sevgili çocuğum) diyordu. Sonra fark etti; eh, ben de yaşını başını almış biriydim. "Kusura bakmayın bu bir dil alışkanlığı" açıklamasında bulundu. "Merak etmeyin hocalarda olur ben de ha bire 'çocuklar'" derim diye cevap verince, "Oh, çok rahatladım, bazen mahcup oluyorum" diye iç geçirdi, ekledi: "Meslek hastalığı".
İşin ilginç yanı o sene Princeton'da bulunan ve sonradan benim de çok başvurup kullanacağım Time, Space and Motion in the Age of Shakespeare kitabını yazmakta olan büyük edebiyat bilginlerinden Angus Fletcher'la kapı komşuyduk. Eşiyle çıkıp sokakta gezinmediği, dondurma yemedikleri akşamları birlikte geçiriyorduk. Bloom onu Anatomy of Influence isimli kitabında eleştiri ve edebiyat incelemeleri dünyasında çağdaşı sayıyordu ve neredeyse bir tek ona yer veriyordu. O da bana birbirimize bağrıştığımız gecelerde Bloom'a hayranlığını, ne kadar hızlı okuduğunu falan anlatıyor, bilhassa Paul de Man ve çevresi hakkında 'akademik dedikodu' yapıyordu. (Bir de Edward Said'den konuşuyorduk. Ertesi yıl ölecekti Said, hastaydı. Onu Columbia'da 'işe alan' Fletcher'di.) Bloom'la da bu defa oturup Fletcher'ı konuştuk. İkisinin de (bendeniz gibi) bir Walt Whitman saplantısı vardı.
Amerikan akademyasının bir uzantısı olan Amerikan Eleştirisi'nin en önemli adlarındandır Bloom. Rus kökenli Yahudi bir aileden geliyor. 1931 doğumlu. Parlak bir akademik geçmişe sahip. 1950'lerin sonunda Yale'i bitirip orada hocalığa başlamış, hâlâ devam ediyor. Yale, o dönemlerde sonradan benim de çok yakın izlediğim ve çok etkilendiğim Yeni Eleştiri (New Criticism) etkisi altındaydı. Daha sonra Paul de Man oraya gelmişti ve Dekonstrüksiyonizm (Yapısöküm) denen hareketi başlatmıştı.
?Bloom, belki biraz fazla Anglosakson bir anlayışla onlara karşı çıktı. Bunu kendisine anımsattığımda pek kabul etmemişti, "Karşı çıkışım daha özlü gerekçelere dayanıyordu", demişti. Evet, öyleydi, daha romantisist bir gelenekten türüyordu, ben de onu işte tam bu nedenle Anglosakson sayıyordum, sayıyorum. İlk kitabı Shelly hakkındaydı. Sonunda git gide Yahudi kökenli ve kendisinin Dinsel Eleştiri adını verdiği anlayışa geldi. Niye Anglosakson, daha doğrusu fazla Amerikan? Çünkü, Amerika kıtasında bile ortaya çıkan akademik gelişmelere kulak tıkıyordu. Ne yapısalcılık, ne yapısalcılık sonrası eleştiri, ne Fransız Kuramı bir şey söylüyordu Bloom'a. Metin, tarihsellik ve kendisi ona yetiyordu. Ben de işte bunu eski bir anlayış (!) kabul ediyordum.
Asıl ününü başlı başına bir kültür kuramı oluşturan Etkilenme Endişesi isimli kitapla yaptı. (Çevrildi bu kitap Türkçeye-Metis Yayınları.) Bir şairin kendi sesini ve sözünü bulurken kendisinden önce gelen ve etkilendiği şairlerle olan ilişkisini kültürel bir çerçevede ele alıyor, Freudçu bazı çözümlemelere giriyordu. (Kendisi bir depresyon geçirmiş, o sırada psikanalizin önemini keşfetmişti. Bunu sorduğumda, bir ölçüde olduğunu belirtiyordu Freud ve psikanalizle kişisel ilişkisinin, asıl 1960'larda Amerika'yı saran psikanaliz etkisinin kendisini yönlendirdiğini belirtiyordu.)
Neredeyse sayısız kitap yayımlamış bir isim Bloom. Bir bölük kitabını anlamak kolay değil. Daha 'esoterik' çalışmalar. Özellikle şu bahsettiğim Dinsel Eleştiri bağlamında olanlar. Ama aynı zamanda bir Shakespeare uzmanı bu büyük hoca. Gelmiş geçmiş en büyük yazar olarak gördüğü ve tek 'çoğul kültürlü' (multicultural) ozan (bard denirdi zaten ona, İngilizcede: ozan) saydığı Shakespeare'i çok daha 'beşeri' bir plana yerleştirme kaygısındadır. Bu nedenle hakkındaki büyük, hacimli kitabının alt başlığı: İnsanın Keşfi'dir. Gerek etkilenme endişesi çerçevesinde gerekse Shakespeare bağlamında bir kavram geliştirir Bloom: Agon. Antik Yunancada güreşmek anlamına gelen bu sözcüğü bir şairin etki alanında kaldığı ve benzeri yönelimler içinde bulunduğu öncekilerle giriştiği mücadele olarak tanımlar. (Bu adla bir de küçük kitap yayımlamıştır.) Shakespeare de, ona göre, bu doğrultuda, Marlowe'la, Chaucer'la bu zıtlaşmayı yaşar.

TUTUCU BİR EDEBİYAT TARİHÇİSİ
Şimdi geleyim son değerlendirmeme: Bloom, benim yatkın olduğum bir edebiyat ve eleştiri ekolüne ait değildir. Ben daha sosyal odaklı bir anlayıştan yanayım. Ama ondan çok yararlanmış, çok şey öğrenmişimdir. Bilhassa beşeri bilimler ve doğrudan edebiyat bilgisi ve tarihi bağlamında bileği bükülmez biridir. Son kitapları, bilhassa 2015 tarihli The Daemon Knows: Literary Greatness and the American Sublime (Şeytan Bilir: Edebi Büyüklük ve Amerikan Yüceliği) isimli kitabı itiraf edeyim ki, şaşırtıcıydı. Başka yerlerde de zikretti, hiç beklemediğim şekilde Thomas Pynchon'u, Don de Lillo'yu, Philip Roth'u ve hepsinden ilginci Cormac McCarthy'yi yaşayan en büyük Amerikan romancıları arasında sayıyordu. (Bu isimleri kabul ederim ama benim listem başkalarını da içerir.)
Bloom'un ilk yayımlandıktan sonra kıyametler koparan asıl kitabı Türkçeye ilk çevrildiğinde üstünde duramadığım Batı Kanonu'dur. 26 yapıtı kendi dillerinin, kültürlerinin ve uluslarının 'ana' yapıtı olarak irdeler. Bu arada kanon kavramını tartışır. Sonunda da Vico'nun tarihsel tasnif metodolojisini benimser. Edebiyat tarihini dört bölüme ayırır: Teokratik Çağ, Aristokratik Çağ, Demokratik Çağ ve Kaos Çağı.
Bir kere bu bölümleme başlı başına bir sorundur. Hele son dönemin Kaos Çağı diye adlandırılması ayrıca bir tartışma odağı olmuştur. Ama kabul edelim ki, Bloom, mesela 1980'lerde Beckett'i yaşayan en özgün yazar olarak nitelendirse dahi, özünde tutucu bir edebiyat tarihçisi ve eleştirmenidir. O nedenle belli bir dönemi 'kaos' diye nitelendirmesi epey çalkantıya yol açsa da anlaşılabilir. İkincisi, kanon kavramının kendisi, tam da bu kitap yayımlandığında fırtınaya tutulmuştu. Feministler, madunlar, Batı dışı uygarlıklar, LGBT toplulukları ve daha nice kimlik grubu 'Batı kanonu' kavramını zorluyordu ve bunun tek taraflı bir dayatma olduğunu vurguluyordu.
Bloom ise bu noktada diretiyordu: kanonsa Batılıdır- diğer edebiyatlara da bir yaklaşım göstermekle birlikte. Kitabı çok sert eleştirilerin odağına oturtulmuştu. (Aslında kitabı kaleme alırken bu gerçeklerin farkındaydı. İlk bölümü yapıtının Kanona Ağıt başlığını taşıyordu.
Çevirmen bunu doğrudan çevirmiş: Kanon için bir ağıt) Hele bir de çevirmen Çiğdem Pala Mall'ın Kırgınlar Ekolü diye çevirdiği School of Resentment kavramı eleştiricileri için 'tüy diken' bir yaklaşımdı. (Kırgınlar Ekolü yanlış bir çeviri değildir. Ama eksik ve kitabın ruhunu vermekten uzaktır. Resentment, kırgın, küskün gibi anlamlar taşır, doğru. Ama kırgınlık içe dönük bir anlam içerir. Daha romantiktir. Kırılmışsanız kenara çekilirsiniz, küskünleşirsiniz. Oysa Bloom'un School of Resentment'ı çok daha sert, saldırgan bir anlam içerir.
Çünkü, kanonu ortadan kaldırmak isteyenlerdir bu şekilde adlandırılanlar. O nedenle de ben olsam Öç Okulu diye çevirirdim. Kızgınlar, hatta hatta küskünler bile kırgınlardan daha fazla verir o anlamı. Genel çeviriye de bu yaklaşım hakim: fazla doğru, fazla akademik ve dolayısıyla tıkız, buyurgan, didaktik bir çeviri. İngilizceyi en iyi kullanan yazarlardan birinden söz ediyoruz. Özgün metin gürül gürül akar.)
Sonunda kendisi de kanonla hesaplaşan, ondan vazgeçmeyen ama klasik kanon kavramının bir 'çağ sonu' yaşadığını bilen, gören, büyük bir bilginin elinden çıkmış bir yapıt bu. Ama insanın mutlaka okuması gereken metinlerden biri. Varsın kanon eleştirisi yapıladursun, bu 26 yapıtı Bloom'un kaleminden okumak bir zevk. Kanon kavramını düşünmek, tartışmaksa her zaman zevkli. Size söyleyeyim, okuyun bu kitabı, bu yılın, hatta yılların 'okuması' olarak. Benim diyen herkes okusun...
Bloom ustaya çok uzun yıllar dilerim.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA