Türkiye'nin en iyi haber sitesi
MELİH ALTINOK

An gelir Duran Kalkan 'ordu göreve' der

Siyasi iradeyi değersizleştirip işlevsizleştirirseniz ortada yalnızca polisi ve askeriyle devlet aygıtı kalır. O da tek ve en iyi bildiği işi yapar; güvenlik perspektifinden baktığı sorunları meşru güç tekelinin argümanlarıyla çözer.
Tıpkı 90'larda o devletin, siyasi çözüm lafını ağzına alan siyasileri bir şekilde bertaraf edip Kürt sorununu "düşük yoğunluklu savaş" konseptiyle halletmeye çalıştığı gibi. İşte dillere pelesenk olan 17 bin faili meçhul, şehitler, genç tabutları, boşaltılan 5000 köy, yakılan ormanlar, OHAL'ler... onun eseridir.
Devlet aygıtının siyasetin önünde gitmesi şiddet sarmalını derinleştirir, meşrulaştırır. Böyle bir ortamda da siyasi liderler için çözüm alternatifini dillendirmek oy kaybının yanı sıra sonu ölüme kadar varan bir dizi riski göze almak demektir. Ee, haliyle kimse siyasi konforunu terk edip bu işe soyunmaz.
Türkiye'nin son 30 yılına damgasını vuran örtülü iç savaş sürecinin ilk yarısındaki mekanik bu basit ve anlaşılır dinamikler üzerinden gelişti.
Ta ki Tayyip Erdoğan'ın AK Parti'si siyaset sahnesine çıkana kadar. Kalıcı bir iktidarın siyaset kurumunun muktedirleşmesinden geçtiğini bilen Erdoğan, kurumsallaşmış bir demokrasinin ana göstergesi askeri politikaların belirlenmesi hakkını adım adım geri aldı.
Ardından bu gücü ilk olarak, toplumsal barışın sağlanması için Kürt sorununun çözümünde kullanmayı denedi.
Kuşkusuz bu bir riskti. Hem merkez bir parti olarak tabanının da hassasiyeti olan milliyetçi refleksleri dönüştürme çabası göstermeliydi hem de 80 yıllık yerleşik askeri ve sivil bürokrasiyi dengelemeliydi.
İkisini de başardı. 90'larda, içinde öldürülen PKK'lıların kulaklarından koleksiyon yapan JİTEM'cileri barındıran orduyu, Çözüm Süreci'nde sınır dışına çıkan militanlara müsaade eden bir "akla" kavuşturdu. Türklerin ve Kürtlerin ortak demokratik kazanımlarını saymıyorum bile.

Yeşil'in kan kardeşleri

Böylesine bir kronoloji hepimizin malumuyken, ceberrut devlet aygıtı siyaset kanallarının açılmadığı için "mecburen" silahlı mücadeleyi seçtiğini söyleyenin tavrı ne olmalıdır sizce?
Siyasi çözüm, diyalog, askeri politikaların talileştirilmesi perspektiflerini sahiplenen güçlü bir merkezi siyasi iradeyi, devlet aygıtının hakim olduğu bir Türkiye için çalışmış ve çalışan "Türkiye Türklerindir" medyasına ya da KCK operasyonlarında Kürtçe kursuna giden çocukları bile içeri tıkan Gülen Çetesi'ne değişir mi?
Bu kör gözüm tabloya tüyü dün PKK yöneticilerinden Duran Kalkan dikti. Askere seslenen Kalkan, "Kendinizi kullandırtmayın, bizim savaşımız AKP ile" dedi. Evet kemiksiz bir "Ordu göreve" çağrısı!
Aslında çok tutarlılar. Varoluşları, devlet aygıtının doğal refleksi olan güç kullanma eğilimini işlevi gereği dizginlemek zorunda olan sivil siyasetin hakim olduğu bir ülkeye ters. Hem parlamentoda temsil edilip hem de binlerce silahlı adama sahip olacakları modelin ancak "ordunun görevde" olduğu bir Türkiye'de mümkün olabileceğinin farkındalar.
Özlemleri pozisyonlarını, ellerindeki silahları meşrulaştıracak bir devlet. "Analar skorsky doğurmuyor" diyerek gencecik askerlerin canının maliyetini tercih eden 90'ların generalleri gibiler. Onlar da Kürt gençlerini ölüme göndermeyi demokratik sivil siyasetten daha kazançlı sayıyorlar işte. Faşistler gibi, kan kardeşleri Yeşiller'i aratmayacak katilleri doğurma potansiyeline sahip devlet aygıtını, Kürt sorunu realitesini en kararlı şekilde tanıyıp çözmeye çalışan Ak Parti'yi tasfiye etmeye çağırmalarının başka bir anlamı olduğunu düşünebilenlere Allah zihin açıklığı versin.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA