Dün, Başbakanlık koridorlarındaydım. Devlet bakanlıklarının icracı bakanlıklara dönüştürülmesinden sonra hayli sakinleşen katlarda, kabinenin etkili isimleri hummalı bir çalışma içindeydi. Milletvekilleri kısa süreli tatilin ardından saha temasları ile görevlendirilirken bakanlar, Yeni Anayasa ve Kürt sorunu başta olmak üzere kritik gündem maddelerinin yeni yol haritaları üzerinde çalışıyordu.
Farklı sohbetlerde şu üç konu ön plana çıktı:
1- Yeni Anayasa sürecinde AK Parti'nin yöntemi ne olacak?
2- BDP'liler Meclis zeminine nasıl çekilecek?
3- Toplumun belli kesimlerinde hâlâ canlı tutulan korku ve kaygıların açıklanabilir yanı ne?
***
Hemen belirtelim, AK Parti kanadı Başbakan
Tayyip Erdoğan' ın direktifi ile 9 deneyimli isimden oluşan bir ekip kurdu. Hedef,
"iktidar partisinin güncel anayasa vizyonunun ortaya konması" biçiminde belirlendi. Dolayısıyla AK Parti, kendince anayasa taslağı yazıp Meclis'in önüne getirme niyetinde değil. İşin bu yönü, tüm partilerin katılımı ile TBMM'de gelişecek. Ancak iktidar partisinin kurmay takımı, daha önce anayasa konusunda kafa yormuş, öneri getirmiş gruplarla dar kapsamlı beyin fırtınaları yapacak. Akademisyenlerden, sivil toplum kuruluşlarından brifingler alacak. Kendi siyasi perspektifinde
"öncelikli ve hassas" olarak tanımladığı en az 15 başlıktaki soru paketine uzmanlarla yanıt arayacak. Tabii bu süreçte anayasa yapım tekniği de ele alınacak.
Temel ilkeler, mutlak önem verilen değişiklikler, bunların toplumsal ve siyasal karşılığı, demokratikleşmenin geniş bir çerçevede içselleştirilmesi gibi aşamalar partinin yetkili organlarında projelendirilecek.
***
İkinci konuya; yani BDP'lilere gelince...
Ankara'daki genel kanı BDP'li vekillerin 1 Ekim'de TBMM toplandığında yemin etmeye geleceği yönünde. Anayasa, terörle mücadele ve seçim yasası çerçevesinde taahhüt bekleyen,
Hatip Dicle'nin Meclis'e taşınması için istisnai uygulama isteyen BDP'lilerin beklentilerini karşılayacak bir irade Ankara'da olgunlaşmış değil. Deyim yerinde ise o cephede farklı bir gelişme gözlenmiyor. Aksine, milletvekili olamayacağı biline biline Dicle isminde ısrar edilmesinin, sandığı ve tabanı manipüle etmek amacıyla kullanıldığı kanaati hâlâ canlı. Terör suçlarından mahkûmiyet kriterlerinde değişiklik, mazbatasını alan AK Partili milletvekilinin Dicle lehine çözüme zorlanması gibi bir husus, akıllara dahi getirilmiyor.
Peki, giderek karmaşık hal alan Kürt ve terör sorunu karşısında demokratik açılım nasıl sürdürülecek?
İşte bu sorunun yanıtı şimdilik üç temenniden ibaret:
1- Terör olayları, siyasi rekabetin bir parçası haline getirilmemeli.
2- Çözüm için tüm partiler reçetelerini sunmalı.
3- Milletin gönlünde, zihninde bölünmeye fırsat verilmemeli.
***
Ve son husus... AK Parti'nin 9 yıla yaklaşan iktidar dönemine, üst üste üç seçim başarısına ve aldığı yüzde 50 oya rağmen belli çevrelerden yansıtılmaya devam eden
"endişe dalgası". Bunun içine
'ifade özgürlüğünü" katan da var,
"ekonomik riskleri" ekleyenler de...
Lakin estirilen rüzgâr eskisi gibi iktidar partisini önüne katıp götürmüyor. Kaygı üretim merkezlerinin daha çok Batı illerinde konuşlandığı savunuluyor. Burada da iki eksene dikkat çekiliyor:
1- Kendi dar kalıplarından Türkiye'yi ve dünyayı yorumlayanların sübjektif algılarını paylaşan ideolojik gruplar.
2- Muhalefetin kale gibi gördüğü yerlerde, hizmet üretemeyen siyasetçilerin, koltuğu koruma güdüsü ile yaşattığı korkular.
Analizin bu bölümünde CHP'deki
Antalya ile MHP'deki
Manisa Belediyeleri örnek gösteriliyor. Daha önce AK Partili kadroların yönettiği her iki belediyenin muhalefet partilerine geçmesi sonrasında seçmenin ilk kez hizmet siyaseti ölçeğinde kıyaslama yapma şansı elde edeceği, soyut değerler siyasetinin tarihe karışacağı düşünülüyor.
Özetle...
Ankara, ağustos başındaki Yüksek Askeri Şûra'nın olası sonuçları ile yeni yasama döneminin ağır dosyalarına odaklanmış görünüyor!