Öyle bir coğrafyada öyle bir memlekette yaşıyoruz ki bazen ağaçlardan ormanı göremediğimiz, görsek de yeterince harekete geçemediğimiz oluyor.
Konuların ağırlığı, gündemin sıcaklığı bilhassa sosyolojik sahadaki gelişmelere arzu ettiğimiz ölçüde eğilmemizi engelliyor. Çoğu zaman genellemelerle yetiniyor ya da özel gözlemlerimizle hüküm veriyoruz.
Bugün, "Türk toplumunun en güçlü yanı nedir?" diye sorduğumuzda, "Aile" cevabı ile karşılaşıyoruz. Klişe gibi görünse de bu cevap özünde doğru. Ekonomik ve toplumsal sahadaki pek çok sorunu aile içi dayanışma sayesinde aşabiliyoruz. Farklı ülkelerde, "sosyolojik patlama eşiği" olarak görülen olayları, Türk ailesinin özgün karakteri ile krize dönüşmeden çözebiliyoruz. Sözde...
Aileye, ailemize çok değer veriyoruz.
Lakin...
En çok yıprattığımız, en çok yıpranan kurumun aile olduğu gerçeği ile yüzleşmiyoruz.
Gençler, aile kurma fikrinden uzaklaşıyorlar mı? Ya da evlilikler geç ve güç kurulup, çabuk mu yıkılıyor?
Sabır, sebat, özveri, karşılıklı anlayış gibi değerler, bireysellik, bencillik, kolaycılık ve çıkarcılığa feda mı ediliyor?
Sosyal medya, paralel aile yapıları mı üretiyor? Yani... Evlilikler, zoraki birliktelikler olarak dışarıya karşı sürdürülürken, aile fertleri sadakatsiz bir dünyanın oyuncularına mı dönüştürülüyor?
Cep telefonunu eline alan, kendi küçük alanına çekilirken, en çok değer atfettikleri insanlarla bile yüz yüze konuşamaz hale mi geliyor?
Ergenlikle birlikte ailelerin, çocuklarını yetiştirme biçimleri erozyona mı uğruyor? Gençler, zamanın birer temsilcisi haline gelirken, neden en küçük sarsıntıda psikolojik çöküş yaşıyor?