Seçime 12 gün kaldı. Meydanlar hareketli. Liderler miting üzerine miting yapıyor. Kampanyalar renkli mi renkli. Partilerin seçim yarışını kamuoyu, "Amerikanvari kampanya" diye yorumluyor.
Oysa seçime katılan her parti, üç aşağı beş yukarı tam da "Fransızvari" bir kampanya izliyor.
Amerikanvari kampanyada yaşam tarzı tartışılmaz bile...
51 eyaletten oluşan bir federal çatıda toplanan ABD'de cemaat, kimlik ve ideoloji ile ilgili tercihler federe yapıları ilgilendirir.
Kampanyalar derli toplu, basit ve anlaşılır. Gelin görün ki, üniter yapılarda durum tam tersi. Fransızvari kampanyanın özü de bu. Seçimde dünyaya bakılır. Kimlikler öne çıkar. İdeolojiler yarışır. Mesajlar daha serttir. Ayrıştırıcı programlara yer veren kampanyalar öne çıkar.
Bu seçimde Türkiye'de de siyaset böyle bir çerçeveye oturtuldu. Kimlikler üzerinden yapılan siyaset yaşam tarzına dönüştü.
30 yıldır siyasete yön veren "laiklik ve etnisite" üzerinden yapılan tartışmalarda bu kez etnisite öne çıktı. Kürt sorunu tavan yaptı ve laiklik tartışmasını bastırdı.
2001 krizi sonrası siyasetimize, "Yoksullara yardım" programları girdi. 10 yıldır siyasi partilerin yolculuğunu belirleyen ana unsur oldu.
12 Haziran'daki seçimde üç beş aydır yaşanan güncel sorunlar da etkili olmaya aday. Örnek verelim. Yüksek Öğrenim Giriş Sınavı (YGS) ile ilgili yaşanan sorunlu süreç ve Yüksek Seçim Kurulu'nun (YSK), BDP'nin bağımsız milletvekili adaylarıyla ilgili veto kararı...
İşsizlik mi önemli?
İhracat mı önemli?
Enflasyon mu önemli?
Piyasalar canlılığını koruyor mu?
Kamu kesimi mali dengeyi sağladı mı?
Özel sektörün rekabet gücü var mı?
Verimlilik yakalandı mı?
KOBİ'ler bekleneni verebiliyor mu?