Türkiye'nin en iyi haber sitesi

AYŞE ÖZYILMAZEL

Herkes tamam! Ya sen?

Ya içimden dökülüp şarkı olacaksın ya da boğazıma çöküp sonum olacaksın.
Çözümsüzlük, arafta kalmışlık, cevapsızlık nasıl da yoruyor insanı.
Öyle bir kıvama geliyorsun ki; aradığın cevapların sorularını unutur oluyorsun.
Ah şu doğru soruyu sorabilsen kendine, bir kere sorabilsen "Ohh" çekeceksin belki de. Ya gideceksin ya kalacaksın işte.
Şu halime bir bak; ne gidebiliyorum, ne kalabiliyorum işte.
Farkındayım; ya içimden dökülüp şarkı olacaksın ya da boğazıma çöküp nefessiz bırakacaksın beni.
Şimdi tam gitme vakti.

Nasıl bir kaos?

Kendimden gidemesem de kendimi alıp gidebilirim sanki. Ama nereye?
Gitme fikri bile elimi ayağıma dolaştırırken. Şu evimden kapı dışarı çıkarsam başıma bir şeyler gelecek zannederken.
Kaybedeceğim, ıskalayacağım hiçbir şey olmamasına rağmen sinsi kaybetme korkusu boğazımı tırmalarken, kalemim elimden kaçmak isterken nereye?
Neresi ilham verebilir ki bana? Hangi su yıkayabilir ki dört bir yanımın kirini, pasını? Ve hangi rüzgâr alıp götürecek mideme mideme akan gizli gözyaşlarımı?
Ben sığmazken evlere, ben çıkamazken evlerden, ödüm patlarken yüzlerden, masanın altına saklanmak isterken onlar benden neşe beklerken...
Ama aynı zamanda yalnızlıktan ölümden beter korkarken. Nasıl bir kaosun içine düştüm ben?
Bir telefon geliyor aniden; "Hadi ben gidiyorum o tarafa, geliyor musun, gelirsen seni de atar arabaya bırakırım orada bir kenara" diyen.
Bavula üç beş kılık, iki terlik ve bikinilerimi tıkıyorum gecenin bir vakti. Ellerim titriyor da çaktırmıyorlar bana. Korkuyor ellerim o bavuldan...
Bu bavul başka bavul çünkü. Benim bildiğim bavullardan değil. Dönüşü belirsiz bir yolculuk için oldukça küçük, eksik, yarım, hazırlıksız bir bavul.

Ayıp olurmuş...
Mis kokuları, nabza göre şerbetleri, şıklıkları, yanık koruyucuları yok bu bavulun
.
Öyle üç beş parçanın tıkıştırıldığı, kitapların kâğıtların doldurulduğu, kırık dökük, hem aramayan hem de bulmak istediğini bulamayan bir bavul bu.
Ya içimden dökülüp şarkı olacaksın ya da göğsüme çöküp taş gibi oturacaksın biliyorum.
Gidiyorum...
Sabah bavulumla o tatil kasabasında gözümü açıyorum.
Şu anki görüntüm gibi salaş, kalbim kadar kırık, sevgi kadar eksik, bendeki cevaplar kadar sorusuz, özlediğim kadar samimi, çocukluğum kadar güzel, kucaklaşmak kadar huzur verici bir yerdeyim.
Ellerim de titremiyor galiba.
Kırıldı kırılacak, açılır-kapanır mini bir şezlongum var evimin önünde. Şarkılara döktüğümde onu sessiz sedasız benden götürecek hafif bir rüzgâr günümün eşliğinde... Balkonuma dökülen baktıkça gülümsediğim pembe çiçeklerim bir de...
Meğer uzun zamandır kendisi için kılını kıpırdatmayanlardanmışım ben de. Ayıp olurmuş, vakit ziyan olurmuş, yarışta geri düşülürmüş ya kendini düşününce.
Saçma!

Dursun zaman

Beklentiler beklesin. İstanbul biraz da başkalarını içine çeksin. Koşmak isteyen koşsun. Benim durmam lazım.
Kucaklanmak istiyorsam eğer önce benim kendimi kucaklamayı başarmam lazım.
Kim bilir kendi kendimin saçını okşarsam eğer belki bir gün biri gelir elimi saçlarımdan çeker. Âşık olduğum adam, çevremi saran yüzlerce suret, sonu gelmeyen istekler, içimde sakladığım güzel ne varsa kabak gibi oyup limon gibi sıkmak için iştahla bekleyenler, coşkularıma balta vuranlar, kenarda kıstırıp tadıma bakmak için çırpınanlar, planlı zekâlar, hesaplı dokunmalar, neonlu kavgalar...
Topunuz ya içimden dökülüp şarkı olacaksınız ya da beni fırlatıp denizin dibine atacaksınız.
Ve ben o kıro adamın denize attığı 26 bin euroluk saat kadar bile etmeyeceğim o zaman.
O halde benden başka her şey için dursun zaman. Her şey tamam. Herkes tıkırında ne de olsa. Evet! Artık şarkı yazıp, hesap kapatma zamanı. Hey garson! Önce bir orta şekerli kahve, hesabı dönerken keseriz nasılsa...

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.