Türkiye'nin en iyi haber sitesi
EMRE AKÖZ

Ekmeğimi Kazanırken

Gençlere ne tavsiye edersiniz, diye sorduklarında hep söylediğim şudur: Asla mesleğinizle yetinmeyin.
Mutlaka bir hobiniz olsun. Yeni bilgiler, yeni işler öğrenmek için de kursa gidin...
(Sonra baktım ki kendim hiç kursa gitmemişim.) Bir süredir ekmek konusuna taktım ya... Dedim ki ekmek kursuna gideyim. Peki hangisine? Sağa bak, sola bak, karşıma Mutfak Kitap çıktı.
Hocamız, ekşi mayalı ekmek uzmanı (ve tutkunu) İbrahim Dinç (30) olacaktı. Kardeşi Taha Dinç (28) de pasta şefi olarak MSA'da (Mutfak Sanatları Akademisi) çalışıyordu.
Doğrusu ucuz değildi. Ancak benim bütün tercihlerimi karşılıyordu:
İki gün boyunca, sabah başlayıp akşamüstüne kadar sürüyordu... Ekşi maya esaslıydı... Teorisi ve pratiği dengeliydi; hem öğreniyordun, hem de pişiriyordun... Katılım dört kişiyle sınırlıydı; özel ders gibiydi... Kadıköy'deydi.
Ben 14 Şubat günü ekmeğe kafayı takınca, önce mevcut kitapları raftan indirdim. Sonra da Türkçe ve İngilizce birçok kitap aldım. Hem okuyarak, hem de YouTube'tan videolar izleyerek iki ay içinde epey öğrendim.
Düz ekmekten, İtalyan focaccia'ya bir süre ekmek yaptım evde.
Ancak bir bilenle çalışmak; ondan öğrenmek, kafana takılanları anında sorabilmek hem zihin ve el açıcı, hem de tatmin edici bir deneyim. Hele profesyonel işi, buharlı bir fırına ekmek sürebilmek bambaşka bir tecrübe (aklım kaldı.) Kursta neler öğrendik? İşte birkaçı: Buğday tanesinin sırları...
Fungus'un marifetleri... Sert un, yumuşak un farkı... Gluten ne işe yarar? Tuzu niye sonradan eklemeli?
Ekşi maya nedir, evde nasıl yapılır?
Fırına sürmeden önce hamura niye çizik atılır? Hangi tür ekmekler kalıpta pişirilir?
İki gün içinde beş çeşit ekmek yaptık: Beyaz, köy, karakılçıklı tam buğday, tost ve çavdar... Son gün, şefin yardımcısı Tansu Hanım'ın hazırladığı malzeme ile ekşi mayalı, kıymalı pide yedik ki tadı hâlâ damağımda.
Ve öğrenciler: Yemek şirketi sahibi Burçak Hanım, ekşi mayanın inceliklerini öğrenerek, ürünlerini çeşitlendirmek için gelmişti... Direksiyon öğretmeni Sevilay Hanım sevdiklerine çok lezzetli ekmekler çıkarmak istiyordu... Kursa Rumeli yakasından gelen hayvansever turizmci Funda Hanım'ın arzusu mükemmel ekmekler yapmaktı.
İleri derecede artizan ekmek yapımını da öğretmenin yanı sıra, ülkenin dört bir yanında fırıncılık danışmalığı veren İbrahim Şef'in hayallerinden de söz edeyim:
İleride kursu Sakarya civarında bir çiftliğe taşımak istiyor... İçinde butik oteli, fırını, çeşitli hayvanları olan, bahçecilik ve spor etkinlikleri yapılan bir ekşi maya eğitim çiftliği...
Ne güzel bir hedef!
Anlatacak daha çok şey var. Yakında...
Not: Başlığımız, ekmek fırınları hayatında önemli bir yer tutan Rus yazar Maksim Gorki'nin (1868-1936) romanından...

***

BJK: Mucizevi kurtuluş

Bilginin açık veya kapalı olduğu oyunlar vardır. Örneğin iskambil oyunlarında bilgi kapalıdır. Rakibinizin elindeki kağıtları göremezsiniz. Dolayısıyla hamlenizi eksik bilgiyle yaparsınız.
Satranç ise bilgisi açık bir oyundur. Gizlisi saklısı yoktur. Her şey ortadadır. Rakibiniz ne biliyorsa, aynısını siz de bilirsiniz. Hamlenizi yaparken bunu da göz önüne alırsınız.
Perşembe akşamı Fenerbahçe seyircisi her şeyi biliyordu: BJK kazanmak zorundaydı; 1-1 beraberlik dahi işine yaramıyordu... Bir oyuncusu oyundan atılmıştı... Tur ellerinden gidiyordu... Teknik Direktör Şenol Güneş ve oyuncuları sinirliydi... İkinci yarı sahaya çıktıklarında, tek umutları sert hareketlerle Fenerli futbolcuları kızdırarak, mümkünse kırmızı kart görmelerini sağlamaktı.
İşte böyle bütün bilgilerin apaçık olduğu bir ortamda, hem seyirciler, hem de futbolcular için yapılması gereken karşılık vermemek, sakin bir havada BJK'nin yorulmasını beklemekti. Gol dahi atmaları gerekmezdi.
Çünkü zaman Fenerbahçe'nin lehine çalışıyordu.
Sonra mucize oldu. Fenerli oyuncular karşılık vermeye başladı... Bazı seyirci ise çok daha da fazlasını yaptı: Fevkalade acıtıcı cezaların geleceğini bilmelerine rağmen, ellerine geçirdikleri her şeyi BJK'lilere ve Şenol Güneş'e atmaya başladılar.
Böylece BJK'yi kurtardılar. Kendi takımlarını ise batırdılar. "Anlamadım" yok, "Bilmiyordum" yok, "Tahmin edemedim" yok. Hiçbir mazeret yok. Bunlar beyinleriyle değil, bağırsaklarıyla düşünen tipler.
Freud, "Bütün insanlar benim hastamdır" diye bir laf etmişti. İlk duyduğumda abartılı bulmuştum. Adam haklıymış.
Not: Hani Passolig bu tip olayları engelleyecekti? Hani Passolig sayesinde holiganlar yakalanacaktı? Madem öyle, kulübü ve masum seyircileri niye cezalandırmaya hazırlanıyorlar?

***

Kötü sesler aslında iyiymiş

Avustralya Sydney Üniversitesi'nde bir dilbilimci var: Nick Enfield... Önemli bir bilimci. Dünyada tanınıyor. Nick Bey geçenlerde es geçilmemesi gereken bir kitap yayınladı. Adı: How We Talk (Nasıl Konuşuyoruz)...
Kitabın temel noktasını şöyle özetleyebilirim: Hani ilkokulda öğretmenlerimizin karşı çıktığı, "Ayıptıryanlıştır kullanmayın" dediği bazı ifadeler vardır: "Hıı", "ha", "ee", "hı" gibi... Bunları telefonda veya canlı diyaloglar sırasında, çoğu kez de farkında olmadan kullanırız.
İşte Enfield diyor ki... "Bu ifadeler dilin ayrılmaz parçasıdır. Öyle ya da böyle, dünyanın bütün dillerinde vardır. Öğretmenlerin veya adabı muaşeret uzmanlarının 'kötü' ilan ettiği bu sesler ve kelimeler aslında diyaloğun akmasını sağlar. Bazen de apaçık söylemeden, karşımızdakine katılmadığımızı nazikçe anlatır."
Haydaaa! Sevgili ilkokul öğretmenlerimizin yanlış bildiği ortaya çıkmış durumda. Şimdi biz nasıl konuşacağız? Fikri olan var mı?

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA