Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Kabahat Borges’te değil

25 Ağustos 2017

Şu 'kanon' yani kanun derecesinde kuvvetli yapıtlar meselesi hem önemli hem de bitmez tükenmez bir tartışma konusu. Ben de çok seviyorum o irdelemeleri. Hayatım boyunca kültürel çözümlemelerden hazzettim.
Geçenlerde epey bir zaman önce zevkle okuduğum Borges Sekseninde isimli kitabın Türkçesi gelince, gene bu meseleyi düşündüm. Ama biraz ters bir yönden... Geçmeden yazayım: bu Borges'le yapılmış söyleşiler başlı başına bir külliyattır. Conversations adı altında yayınlananlar ve hepsi lezzet verir insana okurken.
Önce beni tanıyan herkesin bildiği bir gerçeği 'itiraf' edeyim. Öyküleriyle Borges'i pek sevmedim. İki nedeni var. Birincisi, ben öyle sürreel anlatılara fazla açık değilimdir. Fantastik şeylerden oldum bittim pek zevk almam. Borges bunun şahıdır. Hoşlanırım. Beni de etkiler. (Hele İbni Rüştü anlattığı öyküsü...) Gene de bir zorlama bulurum onlarda. Neyse, önemli değil. Borges Borges'tir.
İkinci neden, 1980'lerde, o zulüm ve kıyım yıllarında, Türkiye'de edebiyatçılar, bir kuşak edebiyatçı daha doğrusu, Borges'i ve Latin Amerika'nın fantastik gerçekçiliğini mal bulmuş Mağribi gibi benimsedi. Bu bir tür kaçış çabasıydı. Ona şiddetle karşı çıktım. Koca koca insanlar oturup 'mesel' falan yazmaya başladı. O dönemde çok yapay bulduğum bir Borges tapınması başladı. Bütün özenti davranışlara tepki verdiğimden Borges de bende biraz alerji uyandırdı. Kabahat Borges'in olmasa da.
Borges asıl yaşamı ve kişiliğiyle etkileyici bir insan. Envaı çeşit dil biliyor. Eski kültürleri tanıyor. Kütüphaneci. Derken kör. Ve Nobeli alamamış (!)... (Nobel, 'egzistansiyalist' edebiyatçılara verilir, her ne kadar son zamanlarda bazı sapmalar olsa da...)
Ama Borges'in beni etkileyen yanı düzyazılarıdır. Öyle aman aman bir birikim değildir. Ama güçlüdür. İngiliz edebiyatının zaten hocasıdır. Professor Borges adı altında bu alandaki düşünceleri/dersleri bir kitapta yayımlandı. Beowulf (bu garip kelime Beyful okunuyor), Coleridge, Taylor, Swift vazgeçemedikleri arasındadır. Gider gelir onları zikreder yazılarında. (Bir de onu severim, büyük yazarların başka edebiyat ve edebiyatçılar üstüne dersleri. Nabokov unutulmaz bir isim bu vadide... Bizde asla olmamış bir şeydir...)
Bu kadar da değil. Hayatında bir tek uzun yazı yazmamış (ama öyle filozofluğa falan da soyunmamış, bizde öyleleri de var, filozof geçinip en ağır felsefe meselelerini köşe yazısında 'hallettiklerini' sanırlar.) Borges o yazılarında film eleştirileri yapar, kitaplar hakkında yazar, yazarları, şairleri tanıtır. (Bunlara 'kapsül biyografiler' der.)
Borges'in beni asıl çeken yanı klasikle olan ilişkisidir. Ne kadar bilir onları, kestiremem. Ama anlattığını fevkalade anlatır. Biraz geçmişe ve kültüre ilgi duyan herhangi birisinin o birikime göz yumması söz konusu değil. İkincisi, bu çizgide, Doğu kültürlerine olan yakınlığıdır. Elbette az biliyordu onu. Ama antikitenin Doğu- Batı ilişkisini, İspanya-Arap ilişkisi üstünden çok iyi özümsemişti. İşte İbni Rüşt hikayesinin özü budur!
Bizdeki Borges 'algısı' bu özellikleri doğal olarak (!) hiç söz konusu etmedi. Tanınmadı. Bilinmedi. İnsanlar hayli saf ve saçma bir şekilde onun labirentleri, düşsel kaplanları, tersine dönen, iç içe geçen öyküleme tekniği ile uğraştılar. Fakat gerçek kültürel dokusuna ulaşamadılar. Oysa onun A Personal Anthology bu işin belkemiğidir. Yani, Borges aslında 'non-fiction'dır.
Cehaletimizin ve her şeyi basite alışımızın bir başka 'mücessem' örneğidir Borges!

***

27 Ağustos 2017
Şu Mezzo kanalı ne muazzam şey. Bütün gün odamda açık duruyor. Bazen bir opera başlıyor. Kesik kesik, ara ara bakıyorum. Müthiş çarpıcı şeyler var. Opera yeni yüzyılın en önemli sanat alanlarından biri. Eskiden beri zaten 'en tam' sanat dalı kabul edilir. Ses, müzik, tiyatro, dans, sahneleme, kısacası her şey vardır. Şimdi ona bir de 'çağdaş dans' eklendi. Yeni tiyatronun yeni 'plastiği' eklendi. Opera artık çağdaş sanatın üretildiği bir başka mecra.
Öyle olmasa dünyanın en büyük sanatçılarından sahne tasarlaması istenmez. Çok sevdiğim Kiefer, birkaç yıl önce Paris'te bir operanın sahne tasarımını gerçekleştirdi. Çok istedim. Göremedim. Bu akım olanca hızıyla devam ediyor. Sokaklarda opera oynanıyor. Eski, tarihsel, antik mekanlarda opera var.
Bunlara artık bildiğimiz, klasik manada opera denebilir mi, kuşkuluyum. Yepyeni 'prodüksiyonlar'. Mezzo'da onlara bakıyorum. Üst üste iki gösteri izledim. Elektra, Richard Strauss ve Lady Macbeth of Mtsesnk, Shostokovich. Cd'lerini de bulup getirttim. Olağanüstü gösteriler. Hele o Macbeth nedir öyle, şaşırdım kaldım. Eva-Maria Westbroek, bütün performansıyla akıl alır gibi değil. Her iki opera da ayrıca bütün boyutlarıyla, evet, o sözcüğü kullanayım, cüretkar.
Operaların müzikleri de etkiliyor beni. Başka nasıl olabilir? Gene de sahneleme ve performans müziğin önüne geçmiş durumda. Çok önemli. Çağdaşlaşma bu demek. Mozart'ın çağındaki opera artık olamaz. Ya da Vivaldi'nin operası aynen öyle mi gösterilecek? Neticede her şey yenileniyor.
Zor bir sanat opera. Ben bile tahammül edemiyorum bir yapıtı baştan sona izlemeye. Ancak bu noktaya gelmişse beni çekiyor. O zaman anlıyorum ki, sanat ancak çağdaşlık içinde yaşanılan günün estetiği, tabiri caizse 'estetik teknolojisi' yakalandığında anlam taşıyor. Klasiğin anlamı, başka bir hadise.
Ankara'da ortaokul yıllarımı anımsıyorum. Deli gibi operaya giderdik. Doğan Kardeş yayınlarının bastığı nefis bir kitap vardı: 100 Opera. Faruk Yener'in. Onu okurdum. Ne severdim. Bende kitap zevki oluşturan baskılardandı. Kalın, tok, ciltli, gömlekli. Hålå durur bende. Bütün operaları o Büyük Tiyatro'da izledim. Kış olurdu, kar olurdu. Perdeler mutantan bir edayla açılırdı. O sırada oluşan rüzgar beni ürpertirdi. O bile hoşuma giderdi. Hiçbir zaman Abdülhak Şinasi Hisar'ın opera izlerken yaşadığı Stendhal sendromunu yaşamadım. Gene de çukurunda çalan orkestra, opera sanatçıları bana bambaşka dünyalar açardı. Opera öteki dünyadır!
Not: Çok değerli okurlarım. 10 yıldır yazıyorum Sabah'ta. Pazar Eki'ne daha sonra başladım. Gene de çok uzun bir süredir bu sayfalardayım. 1 Eylül günü 60 yaşıma girdim. Şimdi gazete yazarlığına ara vermek istiyorum. Akademik çalışmalarıma yoğunlaşacağım. İlerlemeyen kitaplarıma döneceğim. Bana gösterdikleri anlayıştan ötürü yöneticilere ve ilgisini eksik etmeyen okurlarıma iyi bayramlar dileyerek şükranlarımı sunarım.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA