Türkiye'nin en iyi haber sitesi
RASİM OZAN KÜTAHYALI

Bir kültür adamı olarak Beşir Ayvazoğlu

"Sanatımızın hemen her meselesine dair kalem oynatan, bu coğrafyanın ürettiği kültürel ve estetik derinliği anlatan Beşir Ayvazoğlu, bu toprakların kıymetini daha çok bilmemizi sağlıyor"

BU güzel pazar gününde, muhtemelen elinizde kahvenizle okuyorsunuz SABAH Pazar'ı... Siz kahvenizden bir yudum daha alırken, ben de sizlere kahve keyfine dair harika bir kitabı tanıtacağım bugün. Ben de bu satırları yazarken, az şekerli kahvemi yudumluyorum.
Önümdeki kitabın adı Kahveniz Nasıl Olsun?
Türk Kahvesinin Kültür Tarihi
. Çok kıymetli kitaplar yayımlayan Kapı Yayınları'ndan çıkmış bir eser... Türk kahvesinin kültür tarihini akıcı ve lezzetli bir dille bizlere anlatan yazar ise, Türkiye'nin en önemli kültür adamlarından ve estetlerinden biri olan Beşir Ayvazoğlu...
Üstad Beşir Ayvazoğlu'nun hemen her eserini okumuş biriyim. Diyebilirim ki, bu toprakların ürettiği kültürel ve estetik derinliği fark etmemi sağlayan ilk yazar kendisidir.
Ayvazoğlu'nun yazdıkları benim için bir altın kapı gibidir. O kapıdan girerek, içinde yaşadığım Osmanlı coğrafyasının kültür denizlerine dalabildim... Edebiyat, musiki, mimari, görsel sanatlar ve gündelik hayat boyutuyla bu toprakların nasıl bir estetik evren inşa ettiğini bana ilk hissettiren kişi Ayvazoğlu'dur... Bu kitabında da tarihi, rayihası, imgesi ve etrafında oluşan sosyolojisiyle bir bütün olarak Türk kahvesinin hikayesini anlatıyor. İnanın, "Bana ne kahvenin tarihinden kardeşim, ben kahve sevmem," diyen okurlarım dahi, Ayvazoğlu'nun eserini eline aldıklarında bırakamayacaklar, su gibi akıp gidecek satırlar ellerinde... Kahve bahanesiyle bu ülkenin kültür ve yaşantı tarihine dair çok sağlam bir perspektife sahip olacaklar kitabı okuyunca...
Üstad Ayvazoğlu'nun yazılarıyla ilk kez lisede tanışmıştım. Hem de çok garip bir şekilde... İzmir'de oturduğumuz apartmanda dindar bir tüccar komşumuz vardı. Diğer laikçi apartman sakinleri bu komşumuzun çok dedikodusunu yapardı. Bu komşumuza düzenli olarak Zaman gazetesi gelirdi, apartman kapısına konurdu. Bu komşumuz çoğu vaktini yurtdışında geçirdiği için gazeteleri almazdı; gazeteler orada kalır, birikirdi. Ben de zamanla merak edip Zaman'ı okumaya başladım, ailem ise Zaman'ın evimize girmesinden bile rahatsız olurdu. "Senin bunu okuduğunu görürlerse millet ne der?" deyip dururlardı. Dönem, 28 Şubat askeri darbesinin en kesif dönemiydi...
Ben de bu alçak atmosfere inat, Zaman gazetesini göstere göstere okurdum.

NEYZENLERDEN ÇİÇEKLERE
İşte o dönem -şimdi de olduğu gibi- Zaman'ın kültür sanat sayfalarında yazardı Ayvazoğlu. O dönem daha da sık yazardı... Sonrasında o zor zamanlarda yazdıklarını Yaza Yaza Yaşamak kitabında topladı. Kültür sanat alanının hemen her dalına, her meselesine dair yazardı ve bir yandan da bu toprakların kültürünü kökünden biçmek isteyen o darbeci zihniyeti teşhir ederdi...
28 Şubat darbesinin de mimarı olan zihniyet geleneği sözüm ona 'Türk milliyetçisi' idi ama aynı zamanda Türk diline, müziğine, mimarisine düşman bir zihniyetti bu. Geri ve ilkel kabul edilen bu toprakların kültürel birikimi yok edilmeliydi, yerine 'muasır medeniyet kültürü'nü benimsemeliydik. 1928'den önce yazılmış Türkçe metinleri anlamaya çalışmak bile gericilik kabul ediliyordu. O günlerde 'lise müzik derslerinde Dede Efendi ve Itri de okutulsun, Türk müzik makamları da öğretilsin," diye bir RP'li açıklama yapmıştı ve hakkında 'irtica' soruşturması açılmıştı. Müzik öğretmenleri yürüyüş yapmıştı, anlı şanlı klasik Batı müziği sanatçılarımız Dede Efendi'yi 'ilkel müzik temsilcisi' ilan etmişti... "Liselere Osmanlıca seçmeli ders konsun," denilmesi düşünülemezdi bile o dönem; bu talep direkt parti kapatma sebebiydi. 1928 öncesinin Türkçe metinlerini, gazetelerini, kitaplarını hatta dedelerimizin mezar taşlarını bile okuyamıyorduk. Öğrenmeyi istemek ise 'irtica'ydı. Hoş, 1928 sonrası Latin harfleriyle olan metinleri de anlayamıyorduk. Türk çocukları için 50 yıl önce konuşulan dil bile 'yabancı dil' haline getirilmişti. Bu millete, beyin ameliyatı yoluyla hafızası unutturulmak istenmişti.
Türk milliyetçisi/ulusalcısı Kemalistler, Türk çocuklarını Türk dilinden, Türk edebiyatından ve Türk musikisinden soğutmak için ellerinden geleni yapmıştı. 28 Şubat darbesi döneminde bu zihniyet en nobran ve vahşi haliyle ortaya çıkıyordu... Ayvazoğlu bir yandan bu vahşi kültür yıkıcılarını köşesinde işliyor bir yandan da saldırı altında olan Osmanlı-Türk kültürünü tüm derinliğiyle anlatmaya,yangından kurtarabildiği kadar insanı kurtarmaya çalışıyordu... İşte o yangın içinden kurtarabildiklerinden ve kültürümüzü sevdirdiklerinden biri de bendim...
O yüzden Ayvazoğlu benim için özeldir...
Yahya Kemal'i anlattığı Eve Dönen Adam ve Bozgunda Fetih Rüyası'yla özeldir. Ahmet Haşim'i anlattığı Benim Ömrüm Bir Ateşti ile Peyami Safa'yı anlattığı Peyami ile özeldir. Şeyh Galib'in dünyasını resmettiği Kuğunun Son Şarkısı'yla özeldir. Her biri diğerinin hocası olan neyzenler Aziz Dede, Emin Dede, Halil Dikmen ve Niyazi Sayın'ın sanat dünyalarını zarif ve akıcı üslubuyla anlattığı Ney'in Sırrı Hâlâ Hasret ile, Türk çiçek kültürünün güzelliklerini ifade ettiği Güller Kitabı ile, İstanbul'un tarihi caddesini şiir gibi anlattığı Divanyolu ile özeldir. (Bu arada Beşir üstad, Kubbealtı'ndan çıkan o resimli büyük boy Ney'in Sırrı Hâlâ Hasret baskının aynısını senden istiyoruz, şu an piyasada yok.) Hasılıkelam sevgili okurlarım... Beşir Ayvazoğlu'nu okuyun... İçinde yaşadığımız bu medeniyet havzasının kültürel ve estetik derinliğine vakıf oldukça coğrafyamızı daha çok sevecek, bu toprakların kıymetini daha çok bileceksiniz...

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA