Türkiye'nin en iyi haber sitesi
CEM SANCAR

Sonbahar zekâtı

Sonbahar İstanbul'a nasıl da yakışıyor! Sonbahar, bir ruhbilimidir bu şehirde. Suratlara bir düşünür edası verir.
Bir değişim, bir his patlaması bünyeyi zorlar.
Mevsim dönüşümlerine aman dikkat denir. Bol vitamin, bol meyve!
Bağışıklık meselesi!
Bağışıklık ne?
Aslına rücu etmesidir insanın. Beyinleri şavklandıran ilahi hikmetin vecizelerine...
İnsan kutsal bir kitaptır çünkü anlayana. Kelime kelime düğümlenmiş bir zaman yolcusu.
Sonbahar da tıpkı öyle. Peygamberane bir mevsim. Kitabın son sayfaları. Her bahar yeni baştan başlanan.
Şu an şaşkınlıklar değil hayranlıklar makamındayız, bal rengi havalardayız. Hazan, yeni bir lisan...
Haddi zatında bir kırgınlıktır da aynı zamanda! Biraz hüsran...
Kış nedir ki aslında? Herkes bilir ama söylemez: Ölmeye yatmak!
Ancak orada değiliz henüz. Henüz daha olgunluğun, gözyaşının, kırlaşan saçların, sararan yaprakların mevsimindeyiz. Ölmeden ölmenin, yeniden doğmanın dersine çalışıyoruz. Sonbahar biraz öyle...
Bakın sırtımız ürperdi. Sanki bir itiraz öz güvenimize!
Hey gidinin yazı neredesin?
Ama yok daha erken. Daha pastırma sıcakları gelecek. Hayatın sıcağı, bizi kışa yollamadan evvel elini sırtımıza koyacak.
Rahmet, her daim azabı geçecek. Böyle söylendi bize. Paniğe gerek yok yani, onu söylüyorum...

***

Her sonbaharda çıkarıp koymalı ömrü masaya. Yüzüne bir ışık kondurup temize çekmeli hayatı.
Martıyı şahit tutmalı bence. Onlar hiç terk etmezler bu limanı. 'Millet-i Sadıka'dırlar. Kuş milletinin serçelerden sonra, kumrulardan önceki kuşağı.
Sonbahar uçarılık yılları geride kalmış bir delikanlının durma soluklanma hali sanki. Bir çay söyleme ve olan biteni derleyip toparlama fikri.
Bir tür olgunluk psikolojisi. Bir arınma, bir sükûnet bulma...
Evet, geçiyor mevsimler aylar. Zaman hızlı bir tay, koşuyor ömrümüzde.
Zaman bir su, akıyor. Bu şehri İstanbul içimizde bir ukde olarak kalıyor. Büyük bir aşk olarak.
Fakat bu kendini arayan ülke, bu "seçkin olmak için değil insan olmak için yaşa" diyen hakikat kadar gamlı hazan ve göğsümüzdeki taze bahar kadar diri ülke!
Bir Eylül ışığı vuruyor hepimize.
Sonbahar. Siz isterseniz feraset, isterseniz farkındalık deyin buna, fark etmez.
O işte...

***

Ve hüzün bilginin rehberi. Sonbahar hüzzam bir nakarat. Buruk bir zeytin kadar şifalı. Hüzün olmadan bilgi eksik, soğuk, bir silah tüccarının akşam sofrası...
Ömrümün sonbaharında sakalımdaki akların artık çoğaldığı bu hazan mevsiminde, batan güneşin kızılında kayboluyorum.
İstanbul evet benim sevgilim! Bütün Eylül şarkılarında sevgilimle baş başa kalıyorum. Etraf sakin oluyor ona çiçek götürüyorum. Deniz kıyılarına gizlenmiş çay bahçelerinde elini tutuyorum. Kızkulesi'nin saçlarını saldığı yere, Ayasofya'nın eteklerine, Küçük Valide Camii'nin dizinin dibine oturuyorum.
Şu yaşımda darbeleri, ihaneti, çürümeyi de gördüm, direnişi de!
Onu asla unutmuyorum!
Şimdi hayatı yeniden kaleme alan bütün kitapların, çoklu bir ütopyanın kabul günlerindeyim. Her şey yeni başlıyor! Kaybedenlerin sırtlarını dikleştirdiği yeni bir iklimdeyim...
Ondan belki! Bilmiyorum. Gidip denize bakıyorum.
Deniz bana köklerimdeki ayetleri fısıldıyor sanki. Bir şükür nidası ağzımda.
Dudaklarımda mırıl mırıl kendi kuşağımın hikayesi.
Öfkenin, hırsın yerini tevekkül mü alıyor usulca? Ne diyelim, inşallah! Bir gençlik heyecanı ama, evet her zaman yanı başımda.
Denize bakıyorum. Sonbahar aydınlatıcı bir ilham gibi iniyor ense kökümde. Bir kırlangıç uçuyor alnımda.
İçimdeki İhtiyar, solmuş bir yaprağın üstüne yazıp koyuyor önüme:
Bir ömrün zekâtı nasıl verilir?
O soru zihnimde...
Meraklısına: 2016'da yayınlanmış olan "Sonbahar Kafası" yazımın üstünden uçtum...

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA