2010 yılının son günlerinde Tunus'ta Zeynel Abidin bin Ali yönetimine karşı başlayan ayaklanmaların tüm bölgeyi etkisi altına alması, modern Orta Doğu tarihi açısından önemli bir kırılma anlamına gelmekteydi. Uzun yıllar boyunca baskı ve zor araçlarını kullanarak vatandaşları üzerinde mutlak bir tahakküm kuran otoriter liderlere karşı başlatılan bu meydan okuma, bölgesel düzenin yapı taşlarını yerinden oynattığı gibi siyasal ve toplumsal zeminde de köklü bir dönüşümün habercisiydi. Arap dünyasını hızlı bir şekilde saran bu değişim rüzgârı, Suriye'de de Beşşar Esed yönetiminin baskıcı politikalarına karşı halkın organize ettiği gösterilere ilham kaynaklığı oluşturdu ve ülkede yeni bir dönemin kapısını araladı. Yaklaşık 41 yıldır iktidarda bulunan Esed ailesine karşı 2011 Mart'ında başlatılan ayaklanma, toplumun temel hak ve özgürlüklere ulaşmak için dillendirdikleri talepler eksenindeydi. Özellikle yeni neslin siyasal haklarını tam anlamıyla kullanmak ve daha iyi yaşam koşullarına sahip olmak için yükselttikleri ses karşısında rejimin başvurduğu yöntem, insanlık tarihinden eşine az rastlanır cinsten bir saldırganlıktı.
Kendi halkının isteklerine kulak vermek yerine rejimin güvenliği ve sürekliliğini garanti altına almak adına gösterilere asimetrik bir müdahale gerçekleştiren ordu ve istihbarat unsurları, uzun yıllar devam edecek bir katliam silsilesini tüm dünyanın gözü önünde başlattılar. Her türlü insancıl hukuk ve insan hakları ihlallerinin gerçekleştirildiği bu zaman zarfında, devlet başkanı Beşşar Esed ve yönetiminin elitleri, bölgesel ve küresel bazı aktörlerin sağladığı destekle varlığını devam ettirmeye çalıştı. Rejimin zayıflayan ordusunu ayakta tutmak için sahada aktif rol üstlenen kimi milis gruplar ve bunların hamileri ile İsrail'in güvenliğini riske atmamak için Şam'da yönetim değişimine sıcak bakmayan aktörlerin örtülü ve sessiz ittifaktan ötürü yüzbinlerce Suriyeli hunharca katledildi. Milyonlarcasının iltica etmek zorunda kaldığı bu süreçte, ülkenin sosyo-ekonomik, sosyo-politik ve demografik yapısında da önemli değişimler meydana geldi. Sahada yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen inancını ve direncini asla kaybetmeyen Suriye halkı, Heyet et-Tahrir eş-Şam (HTŞ) öncülüğünde rejim unsurlarına karşı başlatılan operasyon neticesinde büyük bir zafer elde ederek Esed iktidarını sonlandırdı. 8 Aralık 2024'te muhaliflerin başkent Şam'a girmesiyle Ahmed eş-Şara liderliğinde Suriye'de yeni bir süreç başladı.
Meşruiyet Kazanımı ve Uluslararası Sisteme Entegrasyon Çabası
Uzun soluklu bir krizin ardından rejim değişikliğinin gerçekleşmesi hem Suriye halkı hem de Suriye halkına ve devrime destek veren aktörler tarafından memnuniyetle karşılandı. Bununla birlikte, küresel ve bölgesel aktörlerin çoğunda yeni yönetimin uygulayacağı stratejiye ve temel kodlarına dair endişeler de söz konusuydu. Özellikle Batılı güçler için işgal devletinin güvenliğine tehdit oluşturabilecek bir Suriye hoş karşılanmayacağı için devrimin ilk anlarında olumlu mesajlar vermekle beraber, süreci temkinli bir şekilde takip etme yolu da benimsendi. Esed rejiminin çöküşünün ardından Ahmed eş-Şara'nın ilk mesajlarında kullandığı kuşatıcı ve açılım merkezli söylem, yeni Suriye'nin yol haritasının tüm dünyaya ilanı mahiyetindeydi.
Devrimin ardından geçen bir yıllık süre zarfında yeni yönetimin öncelikli stratejisi toplumsal meşruiyeti en üst düzeye ulaştırmak ve uluslararası aktörler tarafından tanınarak küresel sisteme entegrasyon sürecini tamamlamaktı. Yaşanacak bir meşruiyet krizinin süreci inkıtaa uğratacağı bilindiği aynı zamanda uluslararası alanda bir karşılık bulunmadığı takdirde bu süreç ister istemez tüm kazanımların yok olmasına kapı aralayabilecekti. Bundan ötürü Şara, Suriye toplumunun yaralarını sarmak ve ülkeyi ayağa kaldırmak için her türlü adımın atılacağının garantisini defaatle vererek toplum nezdinde önemli bir yer edinmeyi başardı. Suriye'nin etnik ve mezhepsel dinamiklerini olumsuz yönde tetikleyecek girişimlere fırsat verilmeyerek geçiş sürecinin sağlıklı bir şekilde ilerlemesini engelleyecek dahili riskler mümkün mertebe minimize edilmeye çalışıldı. Yeni anayasa yapım sürecinin temellerini oluşturacak çerçeve metnin ilanı, sorunsuz bir şekilde tamamlanan Halk Meclisi seçimleri, etnik ve dini azınlıklara yönelik olumlu ve kolaylaştırıcı mesajlar siyasal alanın normalleşmesine dair umutları yeşerten hamlelerdi. 10 Mart'ta Şam ve YPG arasında imzalanan mutabakat ve tam entegrasyonun sağlanacağı yönünde oluşan hava, sahil kesimindeki Nusayrilerin bir ayaklanma denemesinin ardından bölgede görece sükunetin sağlanması ve krizin dondurulması suretiyle dahi olsa Süveyda'daki Dürzi meselesinin bir nebze çözüme kavuşması, Şam yönetimine yönelik temel meydan okumaların azaltılması bakımından hayati gelişmelerdi. Şara'nın yönetim ve krizlerle mücadele kapasitesine dair önemli sınamalar sayılabilecek bu hususlar, Suriye toplumu karşısında yeni lider ve yönetiminin konumunu güçlendirmesine olanak tanıdı.
Ülke içinde izlenen siyasetin yansımaları toplumsal zeminde hissedildiği gibi aynı zamanda uluslararası alanda da Şam'a yeni fırsatlar sundu. Dış politikada oldukça hassas bir strateji izleyen Şara, yapıcı ve pragmatik tutumuyla Suriye'yi uluslararası alana yeniden döndürme önceliğini tüm dünyaya net bir şekilde gösterdi. Türkiye ve Körfez ülkelerinin yanından ABD ile de stratejik bir ilişki geliştiren Şam yönetimi, yakaladığı ivme ile tanınma ve entegrasyon konusundaki sorunları büyük oranda ortadan kaldırdı. Eylül ayında Ahmed eş-Şara'nın BM Genel Kurulu'nda yaptığı hitap, hiç kuşkusuz Suriye yönetimin Esed'in düşüşünden bu yana uluslararası arenada elde ettiği meşruiyet başarısının açık bir göstergesiydi. Buna ek olarak, Şara konuşmasında dış politika önceliklerini ve tercihlerini ilan ederek bölgesel ve küresel tüm aktörlere de önemli mesajlar verdi.
ABD Başkanı Donald Trump ile Şara arasındaki görüşmeler Suriye'nin geçiş sürecini tüm risklere rağmen garanti altına alan bir niteliktedir. YPG sorunun çözülmesi, Siyonist yönetimin Suriye'yi istikrarsızlaştırıcı saldırılarının durdurulması ve uluslararası alandaki yaptırımların kaldırılmasının yolunun büyük oranda Beyaz Saray'dan geçtiğini bilen Şara, Trump ile kurduğu tüm ilişkiyi bu gerçeklik üzerine bina etmiş gözükmektedir. Bu yolla önemli kazanımlar sağlayan Şam yönetimi, özellikle Esed ve yönetiminin mensupları mali açıdan cezalandırmak için yürürlüğe sokulan 2019 tarihli Caesar Suriye Sivil Koruma Yasası kapsamındaki yaptırımların kaldırılmasıyla tarihi bir başarı elde etti. ABD yönetiminin Suriye'ye destek veren açıklamaları ve yaptırımların sona ermesi, Şam'ın önümüzdeki süreçte ekonomik entegrasyonunun hızlanmasına ve ülkede yabancı yatırımcıların aktif rol oynamasını beraberinde getirecektir. Tüm bu olumlu gelişmelere rağmen Tel Aviv'in Suriye'ye yönelik tehditleri ve YPG'nin entegrasyon konusunda zaman kazanmak için oyalayıcı taktikleri, ABD ve Şam hattındaki ilişkilerin seyrini de doğrudan şekillendirecektir.
Geçiş Sürecinde Muhtemel Riskler
Devlet Başkanı Şara ve ekibi, Suriye'deki riskleri ortadan kaldırmak için ilk yılda gözle görülür somut politikalar hayata geçirse dahi derin bir krizin ardından toparlanma sürecinin uzun zaman alacağı da aşikardır. Özellikle Suriye'nin istikrarını istemeyen dış aktörlerin sürece müdahalesi, mevcut risk unsurlarını daha da artırmakta ve ülke içindeki kırılganlığın devamına neden olmaktadır. Bu bağlamda, Siyonist yönetimin Suriye topraklarındaki eylemlerinin devrimin ikinci yılında ne şekilde seyredeceği süreci etkileyecek başlıca husustur. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve bazı kabine üyelerinin Şam'a karşı mütemadiyen başvurduğu tehditkâr dil ve Suriye sınırlarındaki mütecaviz saldırılar, Şam yönetiminin güvenli ve istikrarlı bir geçiş inşasına darbe vuracağı gibi aynı zamanda ABD'nin Suriye politikasını biçimlendirecek bir potansiyele de sahiptir. Netanyahu'nun ABD müesses nizamında her daim destek bulacağı ve gerekirse Beyaz Saray'ın Tel Aviv'i Şam'a koşulsuz tercih edeceği inancı, bölgedeki pervasız hamlelerine olanak tanırken bir yandan da Şam'ın geleceği için yeni belirsizlikleri denkleme sokmaktadır.
İşgal ordusunun hukuk dışı saldırı ve eylemlerinin yanında Siyonist yönetimin YPG unsurlarını ve ülkedeki Dürzi ve Nusayri azınlığı Şam'a karşı kışkırtmaya yönelik hamleleri de geçi sürecinin işleyişini akamete uğratabilecek hususlardır. Bu nedenle Şam yönetiminin özellikle Kuzey ve Güney hattında ortaya çıkabilecek Tel Aviv destekli sorunlara karşı oldukça kararlı ve tutarlı bir strateji izlemesi elzemdir. ABD Başkanı Trump tarafından yapılan açıklamalar ve verilen sözler önemli olmakla beraber bunların çok çabuk değişebileceği ve Beyaz Saray farklı stratejiler izleyebileceği ihtimali göz ardı edilmemelidir. Geride kalan bir yıllık zaman diliminde Suriye'ye nefes aldıracak ve yarınlara daha ümitvar bakılmasını sağlayacak politikaları uygulama konusunda Şara ve ekibi takdir edilesi bir sınav vermekle beraber dış müdahale, eski rejimin uyuyan hücrelerinin oluşturabileceği tehlikeler, radikalleşme potansiyeline sahip unsurların varlığı da Şam yönetimi başlıca risk alanlarıdır. Bu nedenle, Şara'nın özellikle YPG ve Tel Aviv konusunda izleyeceği siyaset hem ülkenin hem de yönetimin kaderini büyük oranda şekillendirecektir.