Türkiye'nin en iyi haber sitesi
TAHA ÖZHAN

Suriye'de vekâlet savaşı biter mi?

Türkiye askeri müdahalede taraf olmanın psikolojik ve ahlaki sorunlarından daha fazla, sahada 'müdahale sonrası' yaşanacak gelişmelere odaklanmalıdır

21 Ağustos'ta Esed yönetiminin Doğu Gota'da kimyasal silah kullanmasıyla Suriye krizi yeni bir safhaya girmiş oldu. Uluslararası bir müdahale ihtimali gündeme oturuverdi. Suriye Baas rejimi 2.5 yıldır devam etmekte olan isyanın neredeyse bütün kırılma anlarını bizzat kendisi belirledi. İsyanın başından beri Suriye'ye dair küresel havanın ana belirleyici unsurları ilgisizlik ve duyarsızlık oldu. Baas yönetimi küresel hareketlenmeyi BMGK'de Rusya ve Çin'e yaslanarak yönettiğini, bölgesel anlamda ise krizin yayılması ihtimaline yatırım yaparak iktidarını teminat altına aldığını düşünüyordu. Stratejisi oldukça basit bir yol haritasına yaslanıyordu: Suriye krizini kimsenin 'bulaşmak' istemeyecek kadar kanlı ve karmaşık bir hale getirmeye çalıştı. Bu hedefine Suriye'de ağır bir insan maliyetine rağmen büyük ölçüde ulaştı.
Türkiye'nin aylar süren diplomatik çabalarına, mali yardım tekliflerine, mütevazı demokratikleşme adımları atması tavsiyelerine, sivil göstericilere silahlı müdahale yapmaması telkinlerine Baas rejimi hep kulak tıkadı. İsyanın başından beri olabilecek en kötü senaryoyu her seferinde istisnasız tercih etti. Sonuçta 2011 başlarında basit bir demokratikleşme paketi ile ülkesini serbest seçimlere götürüp, o zamanın atmosferiyle, kuvvetle muhtemel, demokratik olarak seçilmiş ilk başkan olma ihtimalini Esed elinin tersiyle itti.
Baas yönetimi bugün ise oldukça ucuz bir propaganda diline sarılmış durumda. 'Emperyalist dış müdahale' uyarıları yapıp duruyor. Bu uyarıların bölgede belli bir karşılığının olacağı muhakkak. Ama şu unutulmamalı, Suriye'ye ilk dış müdahale bizzat Esed tarafından İran ve Rusya krize dahil edilerek yapıldı. Düzenli ordusu çökünce, Şebbihalar elinde kanlı süreç derinleşince işin içerisine yine dışarıdan Hizbullah ve El-Kaide de Esed'in umursamaz politikaları sebebiyle girdi. Dolayısıyla bugün Suriye'de süreci kanlı hale getiren dinamiklerin başında zaten Esed'in dış mihrakları iştahlı bir şekilde davet etmesi oldu. Şimdi olan yeni dış mihrakların vekalet savaşını aşacak şekilde doğrudan Suriye'ye müdahale etme ihtimali.
Son iki senedir Esed'in katliamlarına rağmen sessizliğini koruyan bütün küresel aktörler, Baas rejiminin bütün sınırları zorlayarak kimyasal silah kullanmasıyla hareketlendiler. Bu noktada eğer bir dış müdahale olacaksa bunun en başat müsebbibi Esed'den başkası olmayacak. Adeta Irak işgali sırasında Neocon aktörler ne kadar iştahla Irak işgalini hazırladılarsa, Esed-Rusya-İran ekseni de aynı siyasi körlükle Suriye'ye müdahalenin zeminini hazırladılar. Amerika'nın Arap isyanlarıyla beraber bölge vizyonu neredeyse kaotik bir hal almışken Suriye'ye yapacağı müdahaleden bir yol haritası çıkma ihtimali zor. Kaldı ki mahiyeti ve şartları ne kadar farklı olursa olsun 'Irak travması' hem Amerika hem de bölge için Suriye müdahalesi sırasında da sıcaklığını korumaya devam edecek.
Suriye krizi en başından beri bir yönüyle karmaşık bir vekâlet savaşıydı aslında. İçinde mezhepçiliğin, bölgesel hesapların, İsrail'in yoğun bir şekilde yer aldığı bir krizdi. Türkiye'nin bu krizden uzak durmasını bir çözüm veya çok sofistike bir dış politika önerisi olarak dile getirildiği düşünülen naif yaklaşımı bir kenara bırakacak olursak; Suriye krizinde pozisyon alamayan Türkiye'nin orta ve uzun vadede II. Kemalist kapanma ile Ortadoğu'da ciddi sıkıntılar yaşayacağı muhakkaktı. Öyle ki I. Kapanma dönemi Türkiye'ye yaklaşık bir asra mal oldu ve en açık şekilde Suriye krizinde kapasite sorunları şeklinde kendisini hissettirdi. Türkiye açısından bütün Levant'ı kilitleme, Irak'ta pozisyon kaybetme, bölgede fanatik mezhepçi aktörlerin kaosu büyütme, İsrail'in konforlu düşmanı üzerinden işgali daha da derinleştirme ve insanî olarak altından kalkamayacağı bir imtihan verme potansiyeli taşıyan Suriye krizine müdahil olması bir tercih meselesi değildi. Bugün geldiğimiz noktada kendi şehirlerini ayrımsız bir şekilde bombalayan, yüz binin üstünde insanını katleden, kimyasal silah kullanan Baas rejiminin bundan sonra ne yapacağının fazlaca bir anlamı bulunmuyor. Zaten kimyasal silah kullanmazdan önce de sahada ciddi anlamda alan kaybeden rejim, büyük ölçüde çözülerek yerini Rusya ve İran'a bırakalı iki sene olmuştu.
Türkiye askeri müdahalede taraf olmanın psikolojik ve ahlaki sorunlarından daha fazla sahada 'müdahale sonrası' yaşanacak gelişmelere odaklanmalıdır. Çünkü müdahaleye önderlik yapacak aktörlerin hiç birisi Türkiye'nin yüzleşmek zorunda olacağı güvenlik riskleriyle karşı karşıya değildir. Krizin başından beri sahada ciddi bir kapasite artırımına ve kriz yönetme becerisine kavuşan Türkiye güvenlik aklı farklı bir safhaya geçmek durumundadır. Bunun anlamı ise Suriye'de vekalet savaşının kaderine hazırlık yapılmasıdır. Rejim adına savaşa vekalet eden aktörlerin zayıflaması veya ortadan kalkması sahada aynı mevzide görünen muhalif aktörlerin insicam içinde hareket edecekleri anlamına gelmemektedir. Vekalet savaşından çıkılıp açıktan pozisyon alınacak yeni süreçte, azınlıkları güvence altına almayı hedefleyen, etnik-sekteryen provokasyonları engellemeyi hedefleyen siyasi yol haritasına ihtiyaç vardır. Suriye, Irak ve Lübnan'dan farklı olarak nüfusun ezici çoğunluğunun bir şemsiye altında toplanma potansiyeli olan bir ülkedir. Türkiye bu siyasal şemsiyenin hem azınlıklar hem de etnik-sekteryen provokasyonları engellemek için bir güvenlik alanı olmasına yatırım yapmalıdır.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA