Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ZELİHA ELİAÇIK

Yine mi başörtüsü?

Başörtüsünün kamusal alanda kullanımına yönelik tartışmalar gündelik hayatta bazı kişilerin başörtülülere sözlü tacizi ve eski bir CHP milletvekilinin başörtülülerin hakim olamayacağı yönündeki açıklamalarıyla yeniden alevlendi.

Kamuoyu bu tartışmaları "Birileri konuyu manipüle ederek ortalığı mı karıştırmak istiyor yoksa başörtüsüne karşı eski yasakçı zihniyet yeniden mi hortluyor?" sorularıyla takip etti. Tartışmaların hedefine yönelik kesin yargılarda bulunmak için erken. Öncelikle "başörtüsü meselesi"nde nerede olduğumuza bakalım. Başörtüsü sorunu ilanihaye çözülmüş bir sorun mu yoksa her an kaşınmayı bekleyen bir yara mı?

Kamuda başörtüsü yasağı 1964'ten itibaren çeşitli aralıklarla gündeme getirilmiş ve başörtüsü 28 Şubat'ta 1982'de olduğu gibi bir yönetmelikle yasaklanmıştır. 2013'te ise 1982 tarihli Kamu Çalışanlarının Kılık ve Kıyafetlerine Dair Yönetmelik Başbakanlık Genelgesi'yle değiştirilmiş ve yasak kaldırılmıştır. Başörtüsünün kamuda kullanımı Mecliste kadın milletvekillerinin başörtüsü takması dahil kamuoyu desteği güçlü olan AK Parti döneminde de facto güçlenmiş ve yerleşmiştir. Mevcut durumda başörtüsü anayasal düzeyde çözülmüş bir mesele değildir.

Başörtüsü tartışmalarının AK Parti'nin kamuoyu desteğinin sadece yerelde olsa bile görece zayıf olarak değerlendirildiği İstanbul seçiminin hemen sonrası yeniden alevlenmesi dikkat çekicidir. Tıpkı 28 Şubat'ta olduğu gibi hiçbir toplumsal sorun ve çatışma yokken getirilen başörtü yasağı başörtüsünün kendisini önce bir soruna dönüştürmüştür. Sonrasında konu suni bir meseleye indirgenerek "Yine mi başörtüsü?" sorusu eşliğinde tartışılmaya başlanmıştır. Bu yargı haklıydı da. Ortada hiçbir hukuki ve toplumsal zemin yokken başörtüsü bir sorun haline getirilip yasaklanmış, Türkiye gündemi gereksizce meşgul edilmiştir.

Hitler'in "Yahudi sorunu" gibi suni bir sorun ekseninde cepheler ve taraflar oluşturularak bunların birbirine karşı marjinalize/kriminalize edilmemesi noktasında uyanık olunmalıdır. Bunun yanı sıra bu yasakçı nefret söylemlerinin hala siyasette üst düzeyde karşılığının bulunması, bunların "birkaç kendini bilmezin münferit söylemleri" olarak değerlendirilmesini güçleştirmektedir. Bu söylemler bazı kesimlerin rövanş duygusuyla hareket ettiği izlenimi veren açıklamalarıyla birlikte düşünüldüğünde bu endişeler daha da güçlenmektedir. Bunun neyin rövanşı olduğu sorusuna ise demokratik seçimlerle iktidarın el değiştirmesi gerçeği dışında hiçbir makul gerekçe sunulmamaktadır. Zira Türkiye'de son on yıldır yaşam tarzına müdahaleler yaşanmamakta, dileyen istediği hayat tarzını sürdürebilmektedir. Bu nedenle özellikle bazı kesimler zafer sarhoşluğundan hızlıca uyanarak içindeki radikal unsurları bastırmalı, Türk siyaseti ve toplumu artık makul bir "vasat"a doğru yol almalıdır. Burada elini taşın altına asıl koyması gerekenler meseleyi yeniden gündeme getiren şahısların ait olduğu siyasi ve sivil yapılardır. Tıpkı Türkiye siyasetinde darbeler döneminin 15 Temmuz'da tarihe gömülmesi gibi, "Türkiye'de her an her şey olabilir" psikolojik eşiği hak ve özgürlükler noktasında da yine hukukla ve güçlü bir kamuoyu tepkisiyle aşılmalıdır. Türkiye toplumsal barışını her an değişebilecek konjonktürün insafına terk edilmemelidir.

Türkiye gelecek nesillere her an yeni bir travmanın yaşanabileceği kırılgan zeminler bırakmamalıdır. Kişisel travmaların unutulması ise bunların bireysel olarak çözülmüş ve bir daha asla yaşanmayacak hadiseler olarak toplumsal hafızaya aktarılmalarıyla mümkündür. Nasıl ki Holokost, Menderes'in idamı ve Deniz Gezmiş hadiseleri tekrarlanmamaları için unutulmuyor ve toplumsal hafızada yerlerini alıyorlarsa, 28 Şubat'la birlikte başörtüsü yasakları da ancak ilanihaye bir çözüme kavuşturulduktan sonra toplumsal hafızaya teslim edilmelidir. Bunun içinse 28 Şubat ve benzeri hadiselerin sorumluları hukuk önünde cezalandırılmalı, failler nedamet getirerek kamuoyunu samimiyetleri konusunda ikna etmelidirler. Yasak mağdurlarının da iade-i itibarı sağlanarak toplumda yeniden hem hukuksal hem de kamusal olarak karşılıklı bir güven zemini oluşturulmalıdır.

Haksızlar kibirlerini haklıların sessizliğinden alırlar. Başörtülüleri yeniden mağdur etme teşebbüsleri, cüretini sesinin yüksekliğinden alan bir hadsizliğe dönüşmeden hemen susturulmalıdır. Başörtüsü yasakları tek tipleşmenin bir tezahürü ve bu yönüyle esasında bir özgürlük, hak ve hukuk meselesidir. Bu konuda gerek mütedeyyin kesimler gerekse tüm kadın dernekleri ve seküler kesim de üzerlerine düşeni yapmalıdır. Başörtülü kadınlar ise yine her şeye maruz kalan bir nesne gibi tepki vermekten vazgeçmeli, tepkilerini öznesinin kendilerinin oldukları ve duyanın koşup geldiği haklı bir çığlığa çevirmelidirler.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA