Türkiye'nin en iyi haber sitesi
REFİK ERDURAN

Bir linç daha

Kalıplarla düşünüp genelleme yaparak düşman belirlemek kişiyi canavarlaştırır. Milliyetçiyim derken başka kavimleri, dindarım derken farklı inanç sahiplerini, solcuyum derken patronları yok edilmesi gereken yaratıklar gibi görebilirsiniz.
Sonuncu örnekteki yanılgıya sürüklenmemek için ben her zaman özellikle dikkatli davrandım. Solculuk sosyal adalet istemek ve statükoyu o yönde değiştirmeye çalışmaktır, herhangi bir kesime körü körüne gaddarlaşmak değil.
Bugünkü düzende iş kurmak isteyenlerin emek kiralaması ve işçi çalıştırması şart. Aralarındaki dürüst, iyi niyetli, insan haklarına saygılı kişilerin de boyunlarına "işveren", "patron", "kapitalist" gibi yaftalar asılı diye topunun canına mı susamalı?
Öyle yapılırsa sosyal adalet savunucuları potansiyel desteklerin bir bölümünden yoksun bırakılmış olur.

***

Bir taşıtta sıkışık kalmak, içine ağır ağır dolan çamurlu suda boğulmak düşünebileceğim en korkunç ölümlerden.
Bu felaketin ekmek parası peşindeki yedi işçi kadının başına gelmiş olduğunu duymak uykularımı kaçırdı. Ve ilk tepkim oradaki iş sahiplerine içerlemek oldu. Çünkü işçilerin insan taşımaya uygun olmayan -yani kapıları içeriden açılamayan- bir taşıtla götürülüp getirildikleri gibi ayrıntılar vardı gazete sayfaları ve ekranlarda verilen haberlerde.
Öfke genelde paylaşılmış olacak ki somut durumu incelemeden karar veren medyaya yetkililer de katılıverdi. Vali, Belediye Başkanı telkinleri ve mahkeme kararıyla işyerinin idare amiri ve şirketin Yönetim Kurulu Başkanı Cevdet Karahasanoğlu tutuklanıp hapse atıldılar.
Ertesi gün başka bilgiler yansıdı kamuoyuna. Cevdet Bey ve kardeşleri hazıra konmamış, kendileri de çalışarak kazandıklarıyla kurdukları işleri büyütmüş, dürüstçe vergi ödemiş, çok büyük çapta ihracat yapmış, Türk markalarının uluslararası tekstil piyasasında tanınması için özel çaba harcamışlar.
"İşçi babası" bilinen iş kuruculardan olduklarını söylüyormuş çalışanları. Patron saltanatı sürmez, kendilerine ayrı yemek bile hazırlatmaz, yemekhanede işçilerle birlikte karın doyurur, emekçi haklarını her zaman "fazlasıyla" kollarlarmış.
***

Aklım karıştı, tedirgin oldum. Gerçekte nasıl insandı Cevdet Bey? Acı olay nasıl yaşanmıştı? Kim, ne kadar sorumluydu?
Bir haftadır Girne'de olduğum için kendim gidip yerinde inceleme yapamadım. Söz konusu aileyi yakından tanıyan kişileri telefonla arayıp bilgi aldım. Bir dostumdan da rica ettim; olay mahalline gidip fiziksel duruma baktı, işçilerle konuştu.
Topladığım bilgilere göre, Cevdet Bey'e işçi babası demek hafif kalıyor. Gerçekten dürüst, iyi niyetli, herkesin hakkına saygılı bir insan. Yedi işçinin kaybıyla can evinden vurulmuşa dönmüş.
Olaya gelince... İşçileri insan taşımaya uygun olmayan taşıtla götürüp getirmek gibi bir rutin yok. Yedi kurban çok yakında oturur, yürüyerek gidip gelirlermiş. O gün sağanak başlayınca ıslanmamaları için boştaki bir taşıt gönderilmiş.
Onun kapılarının içten açılamadığı da doğru değil. Taşıt bina önüne gelince sürücü önde oturanı indirmiş, arka kapılardan birini açıp gitmiş. O sırada yerdeki su yüksekliği 30 santim kadarmış.
Geride daha önceki bir taşkından sonra yapılmış olan bir istinat duvarı varmış; kadınlar taşıttan inmeye hazırlanırlarken yıkılmış. İçlerinden biri tsunami gibi dalga geldiğini görünce kapıyı kapatmış. Sular anında boyunu aştığı taşıtı sürüklemiş; kimsenin bir şey yapmasına olanak kalmamış.
Bu faciadaki sorumluluğunu göremediğim Cevdet Bey cezaevinde şimdi. Başka facialarda pek çok sorumluluğu besbelli sayısız üçkâğıtçı ise her alanda cirit atmakta.
Medya, yönetim ve adliye çarklarımızın takdir dişlilerinde biraz daha ince ayar yapmamız, her fırsatta günah keçisi paralamamıza yol açan linç kültürümüzü de acilen gözden geçirmemiz gerekmiyor mu?

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA