Başlığı ilk okuduğunuzda sizin de yüreğinizin bir kısmı cız etti mi? Sadece ben değilmişim derken boğazınıza bir şeyler düğümlendi mi? Ya da "İçime attım" cümlesi size de çok tanıdık geliyor belki de. Çünkü neredeyse hepimiz, özellikle de bizim kültürümüzde, duyguları bastırmayı bir tür olgunluk sayar halde büyütüldük. Birçoğumuzun hayatı, "Susmak en iyisidir." düşüncesiyle şekillendi. Hani o çok meşhur ama yanlış telkin cümlesi vardır ya: " Büyütme!" Aslında tam da orada başlıyor asıl mesele. İçimize attığımız her duygu, yer altında filizleniyor; büyüyor, kök salıyor ve bir gün hiç beklemediğimiz bir yerde karşımıza çıkıyor. Yani susmak, yani içimize atmak, yani duygularımızı halı altına süpürmek … Zamanla sadece bir alışkanlık değil; aynı zamanda sağlığımızı, ilişkilerimizi ve ruhsal dengemizi etkileyen bir yük haline geliyor.

DUYGULARIMIZI NEDEN BASTIRIRIZ?
Çocukken ebeveynlerimizden öğrendiğimiz ya da gözlemlediğimiz pek çok mesaj aslında duygularımızla nasıl başa çıkacağımızı şekillendiriyor. "Ağlama, güçlü ol", "Kızma, ayıp", "Ses etme, kırılır" gibi cümleler, özellikle öfke, üzüntü ve korku gibi 'rahatsız edici' ama önemli duyguları bastırmamıza neden oluyor. Özellikle 80'li ve 90'lı nesiller bugün bile kendini özgüvenle ifade edemezken; aslında tüm temel, doğru bilinen yanlışlar çağında atıldı onlar için. O yıllarda ebeveyn eğitimleri ve çocuk ruhsal gelişimleri çok da gündemde olmadığı için belki de birçoğumuz hep susturularak ve bastırılarak büyütüldük. Parkta ağlayan çocukların hemen susturulduğu; "Ağlama, erkek adam ağlamaz" şeklinde baskılandığı dönemlerden bahsediyorum. Ya da bir genç öfkesini dile getirdiğinde azar işitir: "Sen sus, büyükler konuşuyor" şeklindeki yaklaşımlardan söz ediyorum. Böyle böyle büyütüldük. Duygularımızın önemsenmediği hatta çevre baskılarından bir nevi korunmak için hislerimizin baskılandığı nesiller olduk. Kimi ebeveynler birbirine bağlı çocuklar yerine maalesef ki birbirine bağımlı hiç büyüyemeyen ve sorumluluk almaktan korkan insancıklar yetiştirdiler. Dünya değişti; bildiklerimiz dönüştü haliyle… Sonra yıllar geçti. Şimdilerde biri bize "Nasılsın?" dediğinde refleks olarak "İyiyim" diyoruz. Gerçekten iyi miyiz? Pek çoğumuz, cevabı kendi içimizde bile duymamış oluyoruz.
Ancak iletişim uzmanlarının ve psikologların da sık sık vurguladığı gibi, bastırılan duygu kaybolmaz. Vücudumuzda yer eder, şekil değiştirir, bir gün mutlaka başka kapılardan kendine çıkış yolu bulur.

BASTIRILAN DUYGULAR VÜCUTTA HASAR BIRAKIR MI?
Psikoloji dünyasında artık çok net biliniyor ki bastırılan duygular kaybolmuyor ve çocukken hissettiklerimiz unutulmuyor. Aksine, başka şekillerde kendini gösteriyor. Gerginlik, mide problemleri, uykusuzluk, aniden parlayan öfke nöbetleri… Bunların birçoğu bastırılmış duyguların bedenimize yansıyan halleri.

Bilim dünyası bu konuda oldukça açık ve gizli kalmış karanlıklarımızı çözebilmemiz için de net örnekler sunuyor bizlere: Bastırılan duygular, özellikle de ifade edilmemiş öfke ve üzüntü, fiziksel hastalık riskini artırabiliyor. Örneğin 2023'te yayınlanan bir Psychosomatic Medicine araştırmasına göre, duygularını düzenli olarak bastıran bireylerde bağışıklık sistemi daha zayıf, stres hormonu (kortizol) ise daha yüksek çıkmıştır.
2024'te İstanbul Üniversitesinde yapılan bir çalışmada ise, uzun süre duygularını bastıran bireylerde depresyon ve anksiyete oranlarının belirgin şekilde daha yüksek olduğu görülmüştür. Ayrıca bu bireylerin bağışıklık sistemi de duygularını kabul edip onunla yaşamayı öğrenebilen bireylere göre maalesef daha zayıf çalışıyor. Yani ruh halimiz, fiziksel sağlığımızı sandığımızdan çok daha fazla etkiliyor.
Hatırlarsınız, geçtiğimiz yıllarda sosyal medyada yayılan bir video vardı. Bir kadın metrobüste aniden ağlamaya başlıyor. Yanındakiler önce şaşırıyor ama sonra destek oluyorlar. O kadının ağlaması, bastırılmış duyguların bir patlamasıydı belki de… O an yaşananlar, aslında hepimizin hikâyesiydi. Çünkü biriktirmek ve içimize atmak da bir yere kadar… Çünkü beden, konuşamadıklarımızın arşivini mutlaka tutuyor.

PEKİ NE YAPMALIYIZ?
Şimdi diyeceksiniz ki, "Her düşündüğümü söyleyeyim mi yani?" Tabii ki hayır.
Duyguların bastırılmasıyla, duyguların patlayarak ifade edilmesi arasında ince bir çizgi var. Önemli olan, duygularımızı fark etmek, onları sahiplenmek ve sağlıklı yollarla ifade etmek. İşte burada iletişim becerileri devreye giriyor.

Örneğin "Sen beni hiç anlamıyorsun!" demek yerine, "Anlaşılmadığımı hissediyorum, bu beni üzüyor" demek, hem kendimizi ifade ederken hem de karşımızdakiyle köprü kurmamıza yardımcı olur. Her şeyden önce fark etmek gerekiyor. Şu anda ne hissediyorum? Öfke mi? Kırgınlık mı? Kaygı mı? Bu duygunun kaynağı ne?

"Neler yapabilirim?" dediğinizi duyar gibiyim. Bazı küçük ama etkili adımları sizin için aşağıda derledim. Merak etmeyin ve yapabildiğiniz kadar uygulamaya geçirmekte gayretli olun:
Günlük tutabilirsin: Duygularını bastırmak yerine yazıya dök. Bu, hem bir rahatlama sağlar hem de farkındalık kazandırır.
İsmini koyabilirsin: Öfke mi? Kırgınlık mı? Hayal kırıklığı mı? Duyguyu isimlendirmek, onu yönetmenin ilk adımıdır.
Güvendiğin biriyle konuşabilirsin: Duygular, paylaşıldıkça anlam kazanır. Bizi anlayan birisiyle konuşmak bazen terapi kadar etkili olabilir.
Bedenini dinleyebilirsin: Sık sık baş ağrısı, mide problemleri ya da sırt ağrısı mı çekiyorsun? Belki de bastırılmış bir duygunun sesidir.

Sürekli güçlü görünmeye çalıştığımız bu çağda, duygularımızı göstermek neredeyse bir zayıflık gibi algılanıyor. Ama bana sorarsan asıl cesaret, duygularının sorumluluğunu almakta ve onları sağlıklı bir şekilde ifade edebilmekte. Unutma, bastırılan her duygu, bir gün başka bir maskeyle geri döner. Ve çoğu zaman bu dönüş, beklediğimizden daha çözümlenemez olur.
Kendine bir iyilik yap sevgili okur! Duygularına kulak ver. Belki de en çok ihtiyaç duyduğun şey, sadece bir "anlaşıldım" hissidir.
Sevgiyle, Gülşen …