Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HINCAL'IN YERİ HINCAL ULUÇ

İstanbul’da Erguvan Zamanı’nın son günleri..

İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin belki de en başarılı insanıdır, Parklar ve Bahçeler Müdürü İhsan Şimşek. Hani kentin bütün bulvarlarını, yollarını, yol kenarlarını rengarenk çiçeklerle halı gibi dokuyan, sevgili dostum..
Holly ile evliyken, İstanbul gelişinde, bugünkü Ulus'tan, Ortaköy'e o daracık kıvrıla inen yoldan mutlak geçerdik. İki yanında tek tük bahçeli evler.. Adeta bir koruluk içinde evler. Koruluk da, Erguvan Korusu.. Yolun iki yanında kucak kucak, sepet sepet erguvan satan gece kondu kadınları sıralanmış.
Doyamazdık o ağaçlara bakmaya..
Doldururduk arabanın arkasını erguvan sepetleriyle.. Onu anlatmıştım İhsan Müdüre bir gün.. Bugün sitelerle betona dönmüş, erguvanı unutmuş Rumelihisarı, Ortaköy, Kuruçeşme, Arnavutköy, Bebek'i anlatırken..
Erguvan diktiriyordu İhsan Müdür, uygun bulduğu her yere.. Benim sevgi ve özlemimi duyunca, bir fidan da bana hediye etti. Bahçemin köşesine diktik.
Bahçedeki koltuğumun tam karşısında duruyor, o erguvan ağacı şimdi.. Son günlerini yaşayan çiçekleriyle..
Geçen pazar oturdum gene, ağacımın karşısına.. Baktım.. Baktım..
İşe bakın.. Güzelliğe bakın.. O pazar, hele pazar yazılarına doyamadığım, ne yazık artık gazete yazısı okumaktan nefret ettiğim internette yazabilen Muhsin Kızılkaya da, HaberTurk.com'a "erguvan" yazmamış mı?.
Öyküleri, şiirleri ile muhteşem bir erguvan yazısı..
Siz de okumalısınız..
Hatta kesip saklamalısınız..
Senden izin alamadım Muhsin.. Ama o nefis yazının Türk Edebiyatı'nda erguvanı anlatan bölümünü aynen köşeme aldığım için beni affet..
Baharı özleyen, erguvanı özleyen, sevgiyi, aşkı özleyen insanım hatrına, bağışla..
Söz Muhsin Kızılkaya'da..

***
Ankara'da yaşayan şiir müptelası bir dostum var... Yazılmış ne kadar sıkı şiir varsa, hepsi hafızasında, ezber biliyor hepsini. Şiir sevgisinin yanına bir de erguvan aşkını koymuş. Süheyl Ünver'den mülhem, o da der ki, "Erguvana şiir söylenmez, çünkü erguvanın kendisi şiir.
Gör ve duy, kafi." O yüzden bu mevsimde, yani erguvan zamanı denilen bu zamanlarda, ne yapar eder "görüp duymak için" mutlaka gelir İstanbul'a.
"Bu hafta son... Önümüzdeki hafta bitiyorlar. Çiçeklerini dökecek, yapraklanacak ağaçları... Hadi gidip görelim onları" dedi, kalktık gittik Orhan Veli'nin "oturup bir türkü tutturduğu" Rumelihisarı'na.
***
Ahmet Hamdi Tanpınar "Beş Şehir"de, "Gülden sonra bayramı yapılacak çiçek varsa o da erguvandır," der.
Bizans döneminde Konstantinopolis'in resmi rengiymiş erguvan. Fetihten sonra bütün bir Osmanlı dönemi boyunca, kadri hep bilinmiş, korunmuş, saltanatından hiçbir şey eksilmemiş. Hatta I. Mahmud, İstanbul'da azaldığını görünce Hereke'den erguvan getirilip dikilmesi için ferman bile çıkarmış derler.
Cumhuriyet döneminde de hakeza...
İlk elli yılda çok az tehdit altında kalmış ama İstanbul, İstanbul olmaktan çıkıp betonun istilasına uğramaya başladığı günden beri erguvanın başına da taş düşmüş, ama yine de direnmiş, bulabildiği her boşlukta, salmış çiçeklerini... Bir ara Ali Müfit Gürtuna belediye başkanıyken, erguvan festivali de düzenlendi İstanbul'da ama gelenekselleşmedi lale gibi, ömrü kısa sürdü.
Yani anlayacağınız şehir, "beni niye betona gömdünüz" diye öfkelenip hâlâ bize küsmüş değil; hâlâ bize dünyanın en güzel çiçeğini, erguvanları cömertçe sunuyor ona betondan bir mezar yaptığımız halde.
Siz bakmayın birçok kişinin, "Artık bu şehirde yaşanmaz" demesine, sırf erguvanların yüzü suyu hürmetine bu şehirde yaşanır, Necati Cumalı'nın şiiri eşliğinde hem de:

"Bir erguvanlar vardı
Pembe mi desem deli mi desem
Bu ümit olmasa içimde
Buralarda bir gün beklemem"
***
Başka yerlerde de var ama İstanbul çiçeğidir erguvan.
"İstanbul'un mor gülü" diyen de var Kahire'ye nazire yaparcasına.
Bu günlerde İstanbul'da açan erguvanları görmeden sakın ölme diyesi geliyor insanın Boğaz'da onları görünce!
Hele Rumelihisarı'nda...
İstanbul'un birçok yerinde açar ama Rumelihisarı'nda, Aşiyan'da, orada yatan şairlere bir güzellik olsun diye herhalde bir başka açar; şiire keser her yanı...
Cemalini en güzel burada gösterir bize.
***
Hisar'ın önünde arabadan inip Aşiyan mezarlığına doğru giderken geldi aklıma hikaye.
Buradan geçerken, efsaneyi bilen her sürücü, üç kez basarmış kornaya.
Rivayet şöyle:
Vakti zamanında, bizim birazdan gireceğimiz kapıdan bir genç girmiş mezarlığa.
Çok eski zamanlar yani... Bir de bakmış ki delikanlı, genç bir kız bir mezara çömelmiş, hüngür hüngür ağlamakta.
Varmış yanına, neden ağladığını sormuş.
Genç kız, sevgilisini bir trafik kazasında yitirdiğini, şu anda bu mezarda yattığını, ona ağladığını söylemiş. Hava berbat, yağmur yağıyor, kız üşüyor bir yandan. Delikanlı ceketini çıkarmış, giydirmiş kıza. Kız bir süre daha gözyaşı dökmüş, sonra delikanlı kızı alıp evine götürmüş. Ertesi gün akıbetini merak etmiş, kızı bıraktığı eve gelmiş, kapıyı çalmış, tanımadığı bir adam açmış kapıyı, kızı sormuş. Adam kızının iki gün önce bir trafik kazasında öldüğünü söylemiş.
Delikanlı, aklı başından uçmuş bir halde, koşa koşa Aşiyan'a gelmiş, bir de bakmış ki kıza giydirdiği ceketi, kızın başında ağladığı mezarın taşına asılı, duruyor öyle.
***
Korna sesleri arasından girdik mezarlıktan içeri.
Aşiyana girince, insan neden kısacık ömrünce onca zahmete katlanır da küçük bir ev alır, o evin parasıyla burada bir mezar yeri alsa ya diyesi gelir insanın.
Öyle huzurlu bir yerdir burası. Burada gömüleceksem, ölüm korkulacak bir şey değildir dedirtir adama.
***
Yolumuza önce Attila İlhan çıktı. Hani şiirinden gümbür gümbür bir ses çıkan şair var ya, o işte...
Ruhuna okunan bir Fatiha'nın ardından "Geceye Karşı Şiir"i döküldü dostumun dudaklarından:

"büyük bir rüzgâr dinledik dünya bahçesinde erguvanî çiçekler açmıştı erguvanlar tebessümler vardı toprağın yeşermesinde ve gökler de çiçeklenmişti erguvanlar gibi biz insan selamları duyduk havada kanat kanat yola çıkmış yedi iklim dört bucaktan turnalar gibi toprak nefes nefese ve yıldızlar çırılçıplak serviler üşüyüp ürperdiler bu akşam mesut olmak dedik çocuklar gibi mesut olmak"
***
Şiir bitti.
"Aşiyan'da yer kalmadı" cümlesi çıktı ağzımdan. Belki de aklım hâlâ"burada mezar yerini alma" fikrindeydi. Bir anda ürperdiğimi hissettim. Ölüm fikri miydi beni ürperten, yoksa bu sözü söyleyen herkesin, farkına varmadan aslında geç kalmış bir ölümden bahsettiğini bilmemesi miydi?
Bilmedim.
***
Aşiyana gittiğinizde hele erguvan mevsimiyse, sizi oraya götüren erguvanlar mı, yoksa orada yatan şairler mi sorusu gelir aklınıza.
Bizi ikisi de götürmüştü oraya, bunu biliyorduk.
Atilla İlhan'ı bıraktık, sırtımızda deniz, başımızda erguvanlar, çıktık şairin öteki akranlarını aramaya.
Arkadaşım aynı zamanda bir nebat uzmanıdır.
Her ağaç, her ot, her çiçek hakkında, en az bildiği şiirler kadar bilgi vardır hafızasında.
Bana anlatmaya başladı erguvanları....
Uzaktan tül gibi görünür ağacı.
Kuru dal üzerinde ufak ufak açar çiçeklerini, pembe pembedir önceleri.
Birçok çeşidi vardır. Kimisinin pembesi daha parlaktır, kimisinin pembeliğine mor karışmıştır, kimisi top toptur, kimisi süslüdür, gösterişlidir, kimisi ağaçta çiçek açar, kimisi yerden biten çalıda, kimisi çekingendir, ürkektir kimisi, kimisi işvelidir, göz eder uzaktan herkese..
***
Muhsin'in erguvanı Aşiyan'da yatan şairlerle anlatan harikulade yazısı devam ediyor. İnternette yer bol, ama bende dar. Ne varki hiç değilse bir pazar sabahı daha, baharı, güzeli, sevgiyi ve aşkı okumanız için, gerisini haftaya yayınlayacağım, Allah izin verirse..

YAZARIN BUGÜNKÜ DİĞER YAZILARI
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA