Şimdi efendim, sanki 'bunlar' filozof. Her dedikleri ciddiye alınıyor, gazete eklerinin tepesine sürmanşet olarak yerleştiriliyor. Neymiş, Hülya Avşar, "Erkeklerin arada sırada 'başka kadınlar'la 'zevklenmesi' ilişkiyi monotonluktan kurtarır," buyurmuş, Demet Akalın ise 'erkeği'nin başka kadınlarla 'zevklenmesini' istemezmiş, ille de kendisiyle 'zevklensin' istermiş. Ay başından beri gazete eklerinin sürmanşetlerinden izliyoruz biz bu 'zevklenme' işlerini. Bitmiyor. Tabii olaylar gelişmekteyken, Defne Samyeli'den Ali Bulaç'a kadar bir dizi fikir insanı da konuyla ilgili yüksek fikirlerini bizimle paylaşmaktadır. Peki, hakikaten biraz tuhaf kaçacak ama, Hülya Avşar ya da Demet Akalın filozof mudur? N'oluyoruz arkadaşım? (Hani Ali Bulaç topa girmeseydi ben de girmezdim ama olan oldu bir kere...) Bu gazeteler ilk yaygınlaşmaya başladığı zamanlarda, çağın önemli filozoflarına yazılar yazdırılır, önemli telifler ödenirdi; fikir hayatı gazetelerden takip edilirdi. İnsan da, insani ilişkiler de hep felsefenin konusuydu. Geliniz ve görünüz ki, artık insana dair meseleleri Hülya Avşar muadillerinin, argoda 'yumurtlama' tabir edilen laflarından hareketle tartışıyoruz! Tamam, tartışalım bakalım...
MÜTHİŞ ZEVKLE BİR ŞEY
Türk düşünce hayatının önemli ismi Hülya Avşar, erkeklerin başka kadınlarla zevklenmesini, monoton olmayan, sağlıklı bir kadın-erkek ilişkisinin koşulu sayıyor. Meseleyi felsefi açıdan irdelersek, Hülya Hanım 'ilişki'yi esas olarak 'zevklenme' temelinde ele alıyor. Kendisi Dionysos'u tanır mı, bilemiyoruz. Ne var ki, Dionysos bile, araya şarap yerleştiriyor. Aslına bakarsanız, insanın zevk alabilmesinin pek çok yolu vardır. Bilmek hem bir mutsuzluk kaynağıdır, hem de müthiş zevkli bir şey... Mutsuzluk kaynağıdır çünkü çarpık olan pek çok şeyin farkına varmayı da beraberinde getirir. Yine de bilgide derinleşmek, yaşamın uzak alanlarını keşfe çıkmak, dünyanın görülmedik yerlerini görmek, insana sonsuz zevk verir. Türkiye'nin en zengin insanlarından Rahmi Koç'un yatla dünya turuna çıkması böyle bir şeydir mesela. Aynı örnekten gidelim... Koç Müzesi'ni gezerken anlıyoruz ki, marangozluk gibi fiziksel üretim işleri de Rahmi Bey'in ilgi alanına girmektedir. Yani, yanınızda istediğiniz kadar işçi çalışsın, bir şeyi bizzat üretmek değişilmez bir keyiftir. Bilgi ve üretimi başkalarıyla da paylaşabilirsiniz. Paylaşmayı bir zevk olarak gören kimselere, artık ender de olsa, rastlanmaktadır. (Misal, Rahmi Bey dünyayı dolaşırken beni de yanına alsa benim açımdan bu müthiş bir zevk olurdu. Hawaii gömleğimi giyer, hiç ses çıkarmadan bir köşede otururdum. Tabii bundan Rahmi Bey zevk alır mıydı, orası ayrı konu..) Bir kadın ile bir erkek ilişkisine dönersek, çiftler bilgiyi ve üretimi paylaşarak da pekala zevkli anlar yaşayabilirmiş, denebilir.
BİLİMSEL HAYATA YABANCI
Oysa efendim, demek ki, Hülya Hanım ve ona cevap yetiştiren pop figürlerimiz, 'zevklenme' denen şeyi bu geniş anlamıyla değil, 'bedensel' bir vaka olarak ele almaktadırlar. Zaten ısrarlı 'bilgilenmeme'leri bundandır. Hülya Hanım'ın, bir 'seviye' olarak aldığına kuşku duymadığım 'öğrenilmiş' tenis oynama faaliyeti de neticede bedensel bir faaliyettir. Bir ressamla karşılaştığında neler yapabildiğine mazide şahit olmuşluğumuz vardır; üniversite öğrencileriyle girmiş olduğu ağız dalaşında kendini haklı görmekte en ufak bir tereddüt göstermez. Ve o, inanılmaz cüretiyle, bir gün siyasete girmeyi ve çok başarılı olmayı hayal edebilmektedir. Ona laf yetiştirenlerden Demet Akalın'ın toplumsal ve bilimsel hayatımıza olan yabancılığından ise herhalde hiçbirimizin kuşkusu yoktur. Bizim popüler figürlerimiz bunlar oldukça ve yine bunlar aracılığıyla halkımıza 'eğitim şart' mesajları verildikçe, biz kadın bedeninin sadece bir zevk nesnesi mi olduğunu ya da 'ilişki' denen şeyin bir 'ilişki gurusu' İlhan Uçkan gurultusu şeklinde mi algılanması gerektiğini tartışıp dururuz. Hemi de, en 'etkili ve yetkili' kalemlerimizle... Ne diyeyim, Allah kolaylık versin efendim...