Eyüp sırtında, bütün Haliç'in tepeden görüldüğü bir kahve vardır. Buraya ismini verense Osmanlı kültürüne ve yaşayış biçimine hayranlığıyla tanınan ünlü Fransız roman yazarı Pierre Loti'dir. İstanbul'da bulunduğu dönemlerde o zamanki adıyla Rabia Kadın Kahvesi'nde nargilesini tüttüren, insanlarla saatlerce sohbet eden Loti'nin İstanbul'a ve bu mekâna olan sevgisi, ölümünden sonra kahvenin kendi ismiyle anılmasına vesile oldu. Asıl adı Louis Marie Julien Viaud olan Pierre Loti, 1850 yılında Fransa'nın Rochefort kentinde doğdu. Protestan ve küçük burjuva ailenin üçüncü çocuğu olan Loti, küçük yaşlarda Latince, Yunanca ve İngilizce öğrendi. 17 yaşında Fransız Deniz Kuvvetleri'ne girdi ve 1873'de deniz subayı olarak eğitimini tamamladı. Albaylığa kadar yükselen Loti, bu mesleğini 1910 yılına kadar devam ettirdi. Louis Marie Julien Viaud'nun Pierre Loti ismini alması ise yine denizcilik yıllarından kalma bir hikâyedir. 1867 yılında yaptığı Okyanusya seferi sırasında Tahitili yerliler ona Büyük Okyanus'ta yetişen egzotik bir çiçeğin ismi olan Loti'yi verdiler. Kimi kaynaklara göreyse bu isim ona öğrencilik yıllarında verilmiştir. Askerlik mesleği ona yazarlık hayatında da büyük katkılar sağladı. Deniz subayı olarak yaptığı yolculuklar sayesinde Ortadoğu ve Uzakdoğu ülkelerini ve kültürlerini tanıma fırsatı buldu. Yabancı kültürlerle ilgili edindiği bu deneyim, bilgi ve gözlemlerini ise romanlarında kullandı. Loti'nin görevli olarak yaptığı deniz seyahatlerinden birinde yolu İstanbul’a da düştü. 1876'da geldiği bu şehir ve tanık olduğu kültür onu derinden etkiledi. Loti daha sonra defalarca İstanbul'u ziyaret etmekle kalmadı, aynı zamanda uzun süre burada yaşadı. Pierre Loti'nin ilk romanının esin kaynağı yine İstanbul şehri oldu. Dönemin Osmanlı yaşantısından kesitler veren 'Aziyadé' adlı bu romana adını veren kadınla ise 1879 yılında, yani İstanbul'a ikinci gelişinde tanıştı. Yazarın kalbini kaptırdığı bu Çerkez kadın, Cihangir semtinde oturan Abidin Efendi’nin bir kölesiydi. Loti, kendi ruh halini de tüm çıplaklığıyla ortaya koyan bu romanıyla birçok eleştirmen tarafından olumlu not aldı ve yine bu eseri sayesinde geniş bir kitle tarafından tanındı. 1879'da 'Aziyadé'nin yayımlanmasının ardından 1886'da 'Pécheur d'Islande'la (İzlanda Balıkçısı) Loti kendisini edebiyat çevrelerine kanıtladı. Bundan sonraki yıllarda da her yıl yeni bir yapıt kaleme aldı. 1891 yılında Fransız Akademisi'ne seçilen yazar, 1910 yılında Légion d’Honneur nişanını aldı. Gözlem yönü kuvvetli olan Pierre Loti, yazılarında oldukça yalın bir dil kullandı ve aşk, ölüm, umutsuzluk gibi öğelere fazlaca yer verdi. Bütün bu umutsuzlukla birlikte içinde duyduğu insanlığa karşı şefkat ve acıma duygusunu yapıtlarına yansıttı. KİMSE İSTANBUL'U ONUN KADAR SEVMEDİ Bu şehre duyduğu aşka ve bağlılığa ön ayak olan da Osmanlı kızı Aziyade'ye karşı hissettikleri oldu. Bu Çerkez kızına duyduğu gönül aşkı, zaman içinde İstanbul şehrinde kişileşip 1913 yılına kadar devamlı ziyaretlerle tazeliğini korudu. Pierre Loti, dünyanın dört bir köşesini gezdi, fakat gönlü İstanbul'a adeta takılıp kaldı. Şehri tanıdıktan sonraki yaşamında Türkiye’yi yeni bir yurt olarak benimsedi, Türkçe konuşup Türkçe şarkılar söyledi. Yazarın, bu barışçıl ve içten bağlığından dolayı Türkler tarafından dost ilan edilmesi de hiç şaşırtıcı değildi. Bu nedenle yazarın İstanbul'da bulunduğu dönemlerde Eyüp'te sürekli uğradığı tepeye, oradaki kahveye ve Divanyolu'ndaki bir sokağa adı verildi. Türklerin Loti'ye gösterdikleri minnettarlık yalnızca bununla kalmadı. Balkan Savaşları'nda, I. Dünya Savaşı'nda Türklere ve Milli Mücadele döneminde Anadolu'daki direnişe destek verdiği ve işgalci konumdaki kendi ülkesini ağır bir dille eleştirdiği için 1920 yılında 'İstanbul Şehri Fahri Hemşehrisi' olarak kabul edildi. Hatta onun ismini taşıyan bir cemiyet bile kuruldu. 1913 yılındaki son ziyaretinden, hayata veda ettiği 1923 yılına kadar İstanbul'dan ayrı kalan yazar, eminiz şimdi huzuru bulduğunu söylediği şehre kavuşmuş ve ismini verdiği tepeden hayran olduğu manzarayı seyrediyordur.