Sevilen ve ilgi ile takip edilen 'Bir Zamanlar Çukurova'nın Gaffur'u Bülent Polat, hayatına ve kariyerine dair çok özel açıklamalar yaptı. Ünlü oyuncu, oynadığı karakterlere nasıl hayat verdiğini, mesleğinin zirvesinde her şeyi bırakıp neden Amerika'ya gittiğini, eşine nasıl aşık olduğunu ve kızına olan sonsuz sevgisini anlattı. İşte 'Kalbim benim pusulam' diyen usta sanatçı Bülent Polat'ın Günaydın'a özel açıklamaları…
Bülent Polat'ı, şu sıralar 'Bir Zamanlar Çukurova'nın Gaffur'u olarak izliyoruz. Ama önce sizi biraz yakından tanıyalım… Sizin hikayeniz nerede başlıyor?
-Benim hikayem 1979 yılında başlıyor. Elazığ'da ilkokul 2. Sınıfta okurken ani bir karar ile ailem İstanbul'a taşınma kararı aldı ve benim için hikaye başlamış oldu. Şehre daha ilk girişimde Boğaziçi Köprüsü'nde otobüsün camına burnum dümdüz olacak şekilde yapıştığımı hatırlıyorum. Denizi hayatımda ilk defa görmüştüm. Kalbim yerinden fırlayacak gibi olmuştu ve annemin kucağında olduğum için elleriyle bunu hissetmiş ve korkmuştu.
'KALBİM BENİM PUSULAM OLDU'
-Ben hep çok heyecanlı biriyimdir. İlk İstanbul'u gördüğümde, ilk tiyatro oyunu izlediğimde ve ilk sahneye çıktığımda kalbim böyle güçlü atmıştı. Ve ben hep o gücü takip etti. Kalbim benim pusulam oldu. Çocukluk ve gençlik yıllarım hayatımın en güzel yılları olmuştur. Değişik işlerde çalıştım. Mahallede kot pantolon atölyesinde, Çapa Tıp Merkezi'nin önünde su sattım, tabelacının yanında çıraklık, nalbur çıraklığı, yazları tatil köylerinde komiklik, tiyatroda yer gösterme ve vestiyerlik. Yirmili yaşlarımda tam zamanlı profesyonel oyuncu olmuştum. İstanbul bana karşı hep cömert oldu. Bu maceranın ev sahibi oldu ve bana hep güzelliği ile ilham kaynağı olmuştur.
Çocukluk zamanlarınız gözünüzün önünden şöyle bir geçince ne hissediyorsunuz?
-Çocukluk yıllarım mutlu ve macera dolu geçti. Bu anılar hala beni besliyor. Kasabadan çıkıp 13 yaşında tarihi bir yapı içine kurulu bir tiyatroda yaşamak, gerçekten büyük şans oldu. Oyunlarla yaşayanların parçası olmuştum. İnsanlar oynuyor ve üstüne para alıyorlardı. Bunun adı 'Oyunculuk' muazzam, hemen bir çocuk olarak parçası oldum ve hala öyle yaşıyorum.
'Bir Zamanlar Çukurova'da Gaffur karakterine hayat veriyorsunuz. Hem dizi hem de rolünüzü sizden dinlemek isteriz. Gaffur nasıl bir karakter?
-'Bir Zamanlar Çukurova' kaliteli ve hikayesi seyirci tarafından beğenilmiş ilgi ile takip edilen bir dizi. Parçası olduğum için mutluyum açıkçası. Gaffur'a gelince, çok eğlenceli bir karakter.
Gaffur'un büyük zaafları var; yemeğe, paraya karşı. Gerçi birçok zaafı var bu da Gaffur'u gerçek ve oynaması keyifli bir karakter yapıyor.
Korkuyor, kıskanıyor, acıkıyor, doymuyor, hatalar yapıp ders almıyor. Tüm bu zaafları ile her hafta macerasını seyirciye izlettiriyor. Ben oynarken her sahnesinden keyif alıyorum.
Bir Zamanlar Çukurova 3. Sezonunda, dizinin başarısını neye bağlıyorsunuz. Gaffur karakteri çok beğenildi. Bunu bekliyor muydunuz? Gaffur olmayı sevdiniz mi?
-'Bir Zamanlar Çukurova' bir edebiyatçı tarafından kaleme alınıyor öncelikle. Ayfer Tunç, bu dizinin en önemli gücüdür. Üstüne güçlü bir yapım ile yola çıkılıyor. Oyuncu kadrosu titizlik ile seçiliyor.
Güçlü oyunculuklar hikayenin seyircisi ile buluşmasında önemli bence. Başarı birçok doğru tercihin aynı potada birleşmesi ile oluyor. Gaffur, olmayı çok sevdim. Olmak için titizlikle çalıştığım bir karakter.
Her hafta ilk bölümü çekiyormuş heyecanı ile sete gidiyorum. Yaratıcılığımı kışkırtan bir karakter Gaffur…
'Avrupa Yakası', 'Bir Zamanlar Çukurova' gibi uzun soluklu dizide rol aldınız. Ekranda kalıcı olmanın sırrı ne?
-Kalıcı olmanın bir sırrı var ve ben biliyorum dersem Gaffur olmuş olurum :) Fakat mantığım ve deneyimim ile şunu söyleyebilirim. Çok çalışmak, disiplin ve kendini yenileyip geliştirmekten geçiyor.
Kariyerinizin zirvesindeyken neden Amerika'ya gitme kararı aldınız? Bu kararınızdan pişmanlık duyduğunuz oldu mu hiç?
-Kariyerimin zirvesindeyken şartlar gitmemi ve içinde bulunduğum yaşam şeklinden çıkmamı gerektirdi. Kaybettiğim disiplini tekrar kazanmam gerekiyordu. Hayatıma girmiş ve çıkmak istemeyen insanlar vardı ve beni aşağıya doğru çekiyorlardı. 1-2 yıl sonra için planladığım eğitim gezisini öne çekmem ve başka bir kıtaya gitmem gerekiyordu.
'ZAMAN ZAMAN UMUTSUZLUĞA DÜŞTÜM'
-Kolay olmadı bu kararı vermek. İlk iki yıl gerçekten zorlandım. Yeni bir dil öğrenmek hele büyük bir kıta ülkesinde yeni bir hayat ve sosyal çevre kurmak. Zaman zaman umutsuzluğa düştüm, pişmanlık hissi yaşadım. İlk iki yıl geçip oyunculuk okuluna girince bu duygular kayboldu. Hele sahneye çıkıp performans sergilemeye başlayınca aldığım kararın doğruluğuna inancım arttı.
Yedi yıl kadar Amerika'da yaşadınız, oradaki hayatınız hayal ettiğiniz gibi oldu mu? Yaşadığınız en ilginç anınız neydi?
-Orada birçok ilginç anım oldu elbet. Hiç unutamadıklarımdan biri şu; daha ilk gittiğim günlerdi. Akşam bir arkadaşımla yemek yerken, Türkiye'de böyle gözler üstümde olmadan, kameralar olmadan vakit geçirmek hoşmuş diye konuşurken bir grup Amerikalı masamıza geldi ve anlamadığım bir dilde (O zamanlar İngilizce başlangıç seviyesi) bağırıp bir şeyler söyleyip, fotoğraf çekmek istediler ve yok artık dedim. (Gülüyor)
'ŞÖHRET KADERİMMİŞ'
-Kısa süre sonra anladık ki 'Lost' adlı çok izlenen bir dizinin oyuncusu sanmışlar beni. O olmadığımı güçlükle ifade ettikten günler sonrada aynı durumu yaşadım. Şöhret kaderimmiş dedim. Başka bir oyuncu adına fotoğraf çektirdim. Çünkü bazen o olmadığımı anlatmak, durumu daha içinden çıkılmaz bir hale sokuyordu.
Tiyatro kökenlisiniz ama sizi daha çok televizyon dizilerinden tanıyoruz. Televizyon dizilerine yönelmenizin sebebi ekonomik sebepler mi popülerlik mi?
-Aslında televizyon dizisi yaptığım dönemde tiyatro oyunlarında yer aldım. Hatta yurt dışına çıkmadan önce sahnelediğimiz bir oyun vardı. Fakat televizyon daha popüler bir aygıt. Ben karakter oynamayı ve bunu sahnede ve kamera önünde yapmayı çok seviyorum. Popüler olmak için yola çıkmadım. Yaptığım işi büyük bir disiplin ile yapıyorum. Sonuçtan çok süreçle ilgileniyorum.
'AMACIM GÜÇLÜ KARAKTER ÇIKARMAK'
-Benim amacım güçlü bir karakter çıkarmak. Bu bazen bir senaryo aracılığı ile oluyor bazen bir tiyatro metni. Biri bir gecede yüzlerce seyirciye, biri milyonlarca seyirciye ulaşıyor. Ben aynı disiplin ile çalışıyorum, burada bir değişiklik yok. Dizilerin ekonomik getirisi ile tiyatro oyunlarının getirisi elbette kıyaslanmaz. Hele özel tiyatro yapıyorsanız makas iyice açılıyor.
Türkiye'de sanata gerçek manada önem verildiğini düşünüyor musunuz?
-Sanata gerçek manada önem verildiğini düşünmüyorum.
Geldiği yeri hiç unutmayan insanlardansınız. Peki; ün, şan, şöhret sizin için ne ifade ediyor?
-Ün, şan, şöhret bu arkadaşlarla yirmili yaşların başında tanıştım. İlk bir sevdik birbirimizi sonra aramız açıldı, bir sevemedik birbirimizi. Dengemi bozdular açıkçası, işimi yapmamı engellediler zaman zaman. Fakat belli bir dengeyi yıllar içinde buldum. Benimle sete, eve ve sahneye gelmedikleri sürece bir sorun yok. Yuvarlanıp gidiyoruz. Barıştık (Gülüyor) işin parçası doğal partnerleri, yönetmek gerekiyor. Yoksa tehlikeli sonuçlar ortaya çıkabilir.
Birçok projede çok farklı karakterler oynadınız, içinizde kalan, oynamak istediğiniz bir karakter var mı?
-ATV'de 'Kertenkele' adlı bir dizide 13 bölüm, Yılmaz Komiser adında bir karakter oynadım ve benim için yarım kalmış bir hikaye oldu. Sonra 'Dadı' adlı bir dizide oynadığım karakter vardı. Konuk oyuncu olmuştum ve yapımcı devam etmek istedi ama proje bitti maalesef. Yarım kalmış başka bir hikaye. 'Lahmacun ve Pizza' adlı proje mesela. Orada oynadığım karaktere çok çalışmıştım fakat dizi bitti.
Komediyi mi, dramı mı oynamayı daha çok seviyorsunuz?
-Ben oynamayı seviyorum. Bana verilen durumun gerçekliğini bulup kendimde gerçek kılmayı seviyorum. Ortada gülünecek ya da ağlanacak bir şey varsa buna seyirci karar versin daha iyi. Ben ciddiyetle oynuyorum, her iki durumu da. Kabul ediyorum her iki durumun ritmi ve zamanlaması farklı. Benim için değişmeyen şey ise, her iki durumda da büyük keyif alıyorum.
Sizin hayatınız bir film olsa nasıl bir film olurdu? Türü ne olurdu?
-Hayatım bir yol filmi. Macera dolu. Bir dönüşüm hikayesi. Sert gerçekçi bir film olurdu. Birçok türü barındırırdı içinde sanıyorum. Gerilim, korku, komik öğeler olurdu içinde, ama bir kendini var ediş hikayesi. İlham veren bir film olurdu sanıyorum. Asla pes etme dostum. (Gülüyor)
Kırmızı çizgileriniz var mı? Bir oyuncunun olmazsa olmazı ne?
-Benim kırmızı çizgim disiplinim. Sete ezbersiz hazırlıksız gitmemek benim kırmızı çizgim. Karakter oluştururken ilk dönemler duygusal ve içe kapanık olurum. Yönetmenimin bu süreçte beni sevmesi ve güven vermesi çok önemli. Doğum yapmak gibi yanımda elimi tutmalı. (Gülüyor) Olmazsa olmazlarımdan biri sette taze çay.
Eşiniz Duygu Hanım ile tanışma hikayeniz nasıldı?
-Eşim Duygu Hanım'la yurt dışından dönünce Avcılar'da tanıştık. Kendisi semtimizde lise öğretmeni olarak çalışıyordu. Bir çevre sorunu ile ilgili internet üzerinden uzun süre mektuplaştık. Bu seviyeli iletişim şekli daha sonra kendisinin İngiliz öğretmeni olması münasebetiyle ve benim dil öğrenmek için göstermiş olduğum çaba ile derinlikli bir noktaya evrildi. Daha sonra resim sanatına duyduğum hayranlığı anlattığım bir mektubumdan sonra kendisi bana doğum günü hediyesi olarak bir kara kalem portre çalışması yollayınca işin şekli değişti. (Gülüyor) Açıkçası kendisine hayranlık duymaya başladım.
'HAYATIMIN KADINI İLE KARŞILAŞTIĞIMI HİSSETMİŞTİM'
-Uzun mektuplaşmamızda kullandığı dil ve kaleminin gücü bu hayranlığımı daha da güçlendirdi. Kendisi ile tanışmak için sabırsızlanıyordum. Açıkçası hatta biraz korku bile vardı. Kendisi eğitim yılı başlayacağı için İstanbul'a geldi. Tanıştıktan kısa bir süre sonra hayatımın kadını ile karşılaştığımı hissetmiştim. Hayatımda köklü bir değişiklik yaratacağını daha ilk karşılaşmamızda anlamıştım.
Mutlu evliliğin sırrı nedir?
-Benim bildiğim bir sır yok açıkçası. Öğrenerek gidiyoruz. Bizim dürüst, gerçekçi bir ilişkimiz var. Öncelikle ortak ilgi alanlarımız olması, bitmez tükenmez sohbetlerin kapısını aralıyoruz. Edebiyat, sinema, resim ve müzik bizim evin ve evliliğimizin olmazsa olmazları. Gezip keşfetmek ve bunu beraber yapmak önemli.
'YENİ BİR ENSTRÜMAN ÖĞRENİR GİBİ SABIRLA, EMEK VEREREK DOĞRU SESLERİ BULMAYA ÇALIŞIYORUZ'
-Farklılıklar üzerinden bir kavga çıkartmak yerine bunu nasıl avantaja çevirebiliriz. Buna odaklanıyoruz. Eş olmuşuz, yoldaş olmuşuz sonuçta. Yeni bir enstrüman öğrenir gibi sabırla, emek vererek doğru sesleri bulmaya çalışıyoruz. Karşılıklı hatalarımız olduğunda özür dilemesini her iki taraf biliyor.
Kıskançlık duygusuyla aranız nasıl?
-Kıskançlık duygusu ile aram hiç iyi değil sevmem kendisini. Oyuncu olarak oynadığım karakteri dekore ederken kullandığım bir duygu. Gerçek hayatta aklın önünde bir kıskançlık gerçekten canımı sıkar. Oyunculuk kariyerim sırasında birçok kez bu ilkel duyguyu abartan ve bana zor günler yaşatan insanlar oldu oluyor. Ben bu canavarı eğittim. Elbette bende de var.
'EŞİM SÖZ KONUSU OLURSA ZİHNİMİ ZORLUYOR'
-Özel hayatımda eşim söz konusu ise yoğun bir şekilde zihnimi zorluyor ve üstesinden gelmek için çaba harcıyorum. İş hayatımda bir sorun yaratmıyor bu duygu. İyi bir performans izlemek beni mutlu ediyor. Donanım olarak eksiğiniz yoksa kafanız rahat oluyor.
Duygusal biri misiniz?
-Duygusal biriyim. Gözüktüğümden daha fazla duygusal olmak sorun. Tipime bakıp 'Ooo sert çocuk' diyorlar ama içimde yatan sulu göz Bülent'i bilseler beni asla üzmezler. Hassas bir kalbim var. Kırılınca hemen kabuğuma çekilirim. Ama zayıf değilim, ağlarım evet ama kalkıp işime gücüme bakarım. En duygusal olarak yoğun olduğum dönemler, karakter çalıştığım ve sahneye çıkmadan öncesi.
Kızınız Doğa ile aranız nasıl? "Ben iyi bir baba mıyım" diyor musunuz?
Canım kızım Doğa ile aram iyi. Zaman zaman uzakta olmak her ikimizi üzüyor açıkçası. Bir araya gelince yoğun bir duygu durumu yaşıyoruz. İnanılmaz bir şey kız çocuk babası olmak. Çok güçlü bir bağ var aramızda. Baba olmak zor iş. Zaman zaman neyin doğru olduğunu, nasıl davranmam gerektiği konusunda bazen şüpheye düşüyorum. Kitap karıştırıyorum ama cevap pek net olmuyor. Çünkü Doğa, kendine has bir çocuk ve benim ilk babalık deneyimim. Aradığım cevaplar çoğunlukla Doğa'da oluyor. Onun gelişimini izliyorum ve sevgimizin her geçen gün büyüdüğünü görünce tamam yolumuz doğru diyorum.
'ONA KALBİMDEKİ TÜM SEVGİYİ VERİYORUM'
Mutlu bir çocuk Doğa, neşeli, esprili. Bu sevgiyi çevresine yayması beni çok etkiliyor. Ona kalbimdeki tüm sevgiyi veriyorum. Vicdanlı, merhametli, sevgi dolu tepkiler verince dünyanın en mutlu insanı oluyorum bir anda. Bu da tüm zorluğu unutturuyor. Baba, eş ve insan olarak elimden gelenin en iyisini yapmak için çaba harcıyorum.
Kızınız Doğa'nın gelecekte oyuncu olmasını ister misiniz?
Doğa Adana'ya geldi ve 'Bir Zamanlar Çukurova'da iki sahnede gözükecek. İlk kamera önü deneyimi ve çok sevdi. Kostümleri ile gezdi birkaç gün. Tam bir metot oyuncusu gibi.(Gülüyor) Açıkçası mutlu olması benim için önemli. Benim mesleki seçimime ailem destek oldu. Bende bunu yaparım. Onun mutluluğu önemli. Kendini mutlu hissettiği bir alanda çalışırsa, hiçbir zaman yorulmaz.
Sosyal medya ile aranız nasıl? Sosyal medyadaki yorumları takip ediyor musunuz?
Sosyal medya ile aram var açıkçası. Twitter hızlı haber alma aracım. Instagram, daha çok aktif olduğum bir mecra. Hikaye çekmeyi ve paylaşmayı seviyorum. Bana gelen yorumları okuyorum elbet ve kalp atarak teşekkür ediyorum. Şehir dışında çalışıyorum ve otelde kalıyorum. Odada kitaplarım, bağlamam ve cep telefonum var. Etkileşim halinde oluyor insan, hela böyle bir dönemde, yorumlar çok kıymetli benim için.