Kuruluş Osman'ın Cerkutay'ı Çağrı Şensoy, diziyle ilgili dikkat çeken noktalara değindi. Karakterin ilk sezondan 5. Sezona kadar geçirdiği dönüşümü anlatan Şensoy, "Karakterin ilk sezonla bu sezonu arasında çok fark var. Sağ olsun yazarlarımız yönetmenimiz o yolculuğu bana sundular. Ben de o yolculuğu değerlendirdim başına gelmeyen kalmadı" dedi. Dünya çapında ilgi gördüğünü belirten oyuncu, "Tanzanya'dan sevenlerimin olacağı bir gün aklıma gelmezdi" ifadelerini kullandı. Özel hayatından da bahseden Çağrı Şensoy, dizide bir dönem birlikte rol aldığı Buse Arslan ile evliliğine de değindi: 'İyi ki Buse ile evliyim' diyorum. Nefis bir süreç yaşıyorum. Bence çok büyük bir hafiflik evlilik, insanlara yük gibi geliyor olsa da… İşte röportajın tüm detayları!
-Nasılsın, nasıl gidiyor hayat?
İyiyim. Koşturmaca çalışıyoruz bildiğin gibi. Setteyiz zaten mütemadiyen, ondan arta kalan zamanlarda oyunlar, provalar, tiyatro projeleri, seslendirme… Vakit buldukça hayatın diğer alanlarında hiçbir şeyi kaçırmadan yaşamaya çalışıyorum.
ERKEN BİR KARAR VERDİM
-Diziden ve projelerinden bahsedeceğiz elbette ama öncesinde biraz seni tanımak isterim… Liseden beri tiyatro ve oyunculuk üzerine alınan eğitimlere bakarsak muhtemelen çocukluktan gelen bir oyunculuk aşkı var, haksız mıyım?
Şanslıydım aslında Yasemin. Böyle bir gün bir gençlik kampındayken, baya da küçüktüm aslında, bir drama hocası vardı. Ders alırken orada bu işle tanıştım. Böyle sevildiğimi, beğenildiğimi, becerebildiğimi, mutlu olduğumu fark ettim ve erken bir karar verdim. Yani daha bir çocukken "Tamam, ben bu işi yapacağım" dedim. Sayısal dertlerden de yırtmak anlamına geliyordu bu erken bir karar vermek. Hedefimi belirledim. Aslında bakarsan evet lise itibariyle ben oyunculuk eğitimi almaya başladım.
-Ailen destekledi mi?
Evet, hiç karşı çıkmadılar. Bundan fizik dersinde iyi bir not çıkmayacak diye gözümde gözüküyordu muhtemelen. Başka bir tarafa kanalize etmekte fayda var (gülüyor). Dolayısıyla onların da desteğiyle önce Pera Güzel Sanatlar Lisesi'nde okudum. Çıktım, İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü'nü bitirdim. Oradan Kadir Has Üniversitesi'nde Film ve Drama'da Yüksek Lisans yaptım. Yine akademiden uzaklaşmadım, hocalık yaptım vs. Erken başladım, hala yolun yolcusuyum.
-Hiç pişman oldun mu?
Olmadım aslında ya. Başka sanatları başka işleri merak ettiğim çok olmuştur ama "Bu işi yapmasaydım" dediğim bir an, en zor zamanlarda bile olmadı aslında. Seviyorum işimi çok.
"LİMON SATARIM, DİZİDE OYNAMAM" DİYORDUM!
-Hayalini kurduğun gibi bir meslek mi oyunculuk? Umduğunu bulabildin mi?
Okulda konservatuvarda bir öğrenciyken sen sürekli Makbet oynarken, Hamlet oynarken, Çehov oynarken diyorsun ki "Hayatım boyunca bunları oynayacağım galiba ve hayat böyle sürecek." Hatta ben lisede idealist bir çocukken "Limon satarım, dizide oynamam" filan derdim. Sonra yavaş yavaş hayatın gerçekleri seni bir yere itiyor ve sen o rolleri değil başka şeyler oynaman gerektiğini fark ediyorsun. Eskiden sana çok bulanık gelen bir şey bir zaman sonra senin gerçeğin olmaya başlıyor. Oradan tat çıkarmayı öğrenen biri çıkıyor. Onunla tanışınca da bir huzur geliyor tabii insana. Mutluyum o yüzden. Tabii ki zaman zaman düştüğüm, ben ne yapıyorum dediğim anlar oldu. Ama sonra o sorunun da bir sebebi varmış onu anlamış bulunuyorsun.
BİR KOKOREÇÇİDE BİRİYLE DERTLEŞMEYELİ ÇOK UZUN ZAMAN OLDU
-Pek çok proje ile ekranda gördük seni ama son dönemde özellikle dönem işi veya aksiyon dolu savaşçı karakterlerle karşımızda çıkıyorsun. Bu yönelişin özel bir sebebi var mı, öyle mi denk geldi?
Artık bu işlerden sonra yavaş yavaş "Bir gömlek giyeyim de bir şey oynayayım be kardeşim" diyorum. Muhteşem Yüzyıl'da bir dönem işinde oynadım, ondan sonra bir asker işinde oynadım Savaşçı'da. Bana gelen roller hep boyutlu, hep kaşıyacak bir yerler bulduğum, heyecanlandığım roller oluyor. E genelde de aksiyon içinde buluyor oluyorum kendimi. Mutsuz değilim aslında ama böyle oturup bir kokoreççide de biriyle dertleşmeyeli çok uzun zaman oldu. Özlemedim diyemem, özledim hakikatten çünkü hep bir mücadele, hep bir savaş halinde, hep bir kostümle, hep bir dönem içinde oluyorum. Olsa güzel olur sanki. Bundan sonra onu bekleyeceğim gibi duruyor.
-Tarihi iş demişken hemen "Kuruluş Osman" dizisine gelelim… Cerkutay karakteri çok seviliyor. Onu canlandırmak, böyle büyük bir ekibin parçası olmak, neler hissettiriyor sana?
Aslında benim alışık olduğum bir tür. Dolayısıyla alışık olduğum bir atmosfer. Tabii bizim platonun hikayesi bambaşka. Gittiğinizde hakikatten tarihi bir yolculuk; gezersin oradan Selçuklu sarayına gidersin bir bakarsın mağaranın içindesin "Ben bu zindana ne ara düştüm?" diyebilirsin. Dolayısıyla bizim böyle biraz hızlı yolculuklarımız var o koca platomuzun içinde ama nispeten tiyatroda ekibimizde vs. bizim o duygu yoğunluğu ve yüksek duygular, o döneme ait dil ve üsluba hakim olduğum bir yerdeydim. Ama ne olursa olsun büyük bir prodüksiyonun içinde birdenbire o kalabalıkta yolunu bulmak biraz zaman alıyor. O yolu bulduktan sonra daha da kolaylaştı. Uyum sağladığımı düşünüyorum.
-Platoya ilk girdiğimde dedim ki, "Ne kadar gösterişli bir yer." Sen ne hissetmiştin?
Öyle oldu. Bir de zor bir sahneyle başlamıştım ben. Hatırlıyorum çok uzun saatler çalıştığım bir gündü, stok yoktu çok o ara. 200 kişi falan vardı. Alevler, atlar, tavuklar, kaçanlar, koşanlar… Yangın yeri gibi olur genelde bizim böyle büyük sahnelerimiz. "Neredeyim, ne oluyor?" dediğimi hatırlıyorum. Sonra "Tamam" dedim. Her şey kontrol altında başlayabilirsin. Alıştıktan sonra artık o sizin için normal bir gün oluyor yani.
-Diziye katılan her oyuncunun eğitimden geçtiğini biliyoruz ama sorayım; at binme, kılıç kullanma, ok atma gibi pek çok aksiyon dolu sahneler izliyoruz. Öncesinde bu kadar iyi biliyor muydun, deneyimin var mıydı?
Vardı, "Muhteşem Yüzyıl" vardı. Ama bizim orada durumlar bu kadar değil yani. Buraya gelince "Bilmiyormuşum" dedim. Ben biraz hızlı dahil olmuştum yıllar önce bu projeye. Bir gün İzmir'de oturuyordum bir arkadaşımın orada. "İki gün gidelim hadi İzmir havası alalım" demişken hop ertesi sabah bilet. "Gelmen lazım. Bir rol var bak sen ol, hadi gel" vs. derken sabah geldim görüştüm ertesi gün setteydim. Dolayısıyla eğitime gideyim vs. gibi bir vaktim olmadı. Süreç içinde yavaş yavaş dizi akarken bir yandan gidip öğrenmeye devam ettim. Aşinaydım ama biraz iş üstünde, sette öğrendim desem daha yeridir yani.
ROLLERİ HEP KENDİMDEN UZAKLAŞTIRMAYA ÇALIŞIRIM
-Cerkutay ilk izlediğimizden bugüne büyük bir dönüşüm geçirmiş bir karakter. Çağrı olarak ona neler kattın, karakterinin sürecini nasıl anlatırsın?
Aslında bakarsan elinde çok fazla done olmuyor, zamanla öğrendiğin şeyler. Drama dediğin şey seni bir sahnede bir durumla baş başa bırakır bu baş başa kaldığın şeye karakterinin perspektifinden nasıl baktığını düşünmeye başlarsın. Ben oyuncu olarak, bir rol ban ne kadar yakınsa oynamanın o kadar zor olacağını, bir sonraki rolde kendi malzemeni tüketeceğini ve elinde bir şey kalmayacağını düşündüğüm için ben hep kendimden uzaklaştırmaya çalışırım rolleri. Yani orada uzakta bir yerde inşa edip sonra onu bir kukla gibi oynatmak gibi diyelim. Böyle inanıyorum ve böyle yapmaya çalışıyorum. Birçok şeye aynı tepkiyi vermezdik ama tabii elbet sonuçta üstümüze giydiğimiz şeyler aynı dolayısıyla benzer yanlarımız var.
SET ARKASINDA DA BAŞKA BİR HİKAYE DÖNÜYOR
-Uzun zamandır "Kuruluş Osman" ekibiyle birliktesin, set arkasında neler oluyor bir de senden dinlesek…
Valla o da bir dizi. Baktığın zaman biz 4 senedir beraberiz. Daha sonra katılan arkadaşlarımız da oldu ama biz 3-5 kişi kemik, ekipten birçok arkadaşımız falan. Orası bizim için lise gibi; sabah, öğle teneffüsü gibi, hadi gidelim bir şeyler yiyelim falan. Oradaki arkadaşlarınla şakalaştığın, arada oyun oynadığın, maç yaptığın, birbirine şaka yaptığın, güreştiğin, deli bir okul gibi bir şey haline geliyor bizim için. Plato ziyarete açıldığından beri çeşitli yeni eğlenceler de çıktı. Başka bir hikaye de orada dönüyor, iyi ki de dönüyor.
O SAVAŞ SAHNESİNİ UNUTAMIYORUM
-Bu kadar aksiyonun yoğun olduğu bir işte muhakkak unutamadığın bir set anısı vardır diye düşünüyorum…
Çok var aslında. Ama bir tane var benim en unutamadığım… İki sene önce filan yine bir savaş çekeceğiz. Ahmet hoca zor koşullardan faydalanmayı sever." Gittik bir yere, "Burası güzel ama çamur olsun" dedi. Zaten biraz yağmur yağmıştı, "Daha da çamur olmalı" dedi. Tankerler geldi oraya iyice böyle suladılar. Alana baktık, çamur buz arası bir şey var. "Burada bir meydan savaşı çekeceğiz" oldu. Alana girdik çekmeye başladık, saplandık kaldık. Hep beraber birbirimize bakıyoruz. "Yürüyemiyoruz ki, nasıl savaşacağız?" falan dedik. Deniyoruz, devriliyoruz, kalkıyoruz, ekipten biri geliyor çıkamıyor kalıyor. Kimi ayağını çekiyor bot kalıyor, onun botunu aldın öbürü kalıyor, onu kurtarmaya gelen kalıyor falan. En son botu falan çıkarttık attık, donacaksak donacağız artık yapacak bir şey yok. İki gün o çamurun içinde debelen Allah debelen. Ama güzel sahneler çıkmıştı.
-Karakterin ilk sezondan bugünlere büyük değişimini, dönüşümünü gördük. Çok fark var değil mi?
Çok fark var. Düşünsene ben 5. sezonda hala dönüşmeyen bir şeyin içinde olsaydım sıkıntıdan patlayabilirdim hakikatten. O yüzden Cerkutay da sağ olsun yazarlarımız yönetmenimiz o yolculuğu bana sundular. Ben de o yolculuğu değerlendirdim başına gelmeyen kalmadı.
TANZANYA'DAN SEVENLERİMİN OLACAĞI AKLIMA GELMEZDİ
-Dünya çapında izlenen bir iş olunca haliyle hayran kitlesi de çok büyük oluyor… Nasıl dönüşler alıyorsun?
Valla şaşkınlık yaratıyor. Tanzanya'dan sevenlerimin olacağı bir gün aklıma gelmezdi (gülüyor).
-Cerkutay'dan bahsettik uzun uzun, peki Çağrı'yı biraz tanısak… Nelere ağlarsın, nelere üzülürsün, var mıdır hayatla dertlerin?
Var. Ben dertli, gamlıyım ya. Bir gün savaş olur konum, bir gün iklim değişikliğine üzülürüm, bir gün rafine zevklerimden niye uzaklaştım diye üzülebilirim. Ama ben dış etkenlere, etkiye açık biriyim. O biraz günümü belli bir süre yönetebiliyor o duygu. Bir süre sonra tamam atıyorum onu üstümden.
-İnsanlardan gelen yorumlara takılır mısın peki? Bir eleştiri, bir yorum…
Eleştirinin iyisi de kötüsü de çok da benim duygu durumumu değiştirecek bir halde olamazlar. Övgü de nefret dolu bir yergi de benim için çok benzer mesafelerde duruyorlar.
-Bu yıl da Buse Arslan ile hayatını birleştirdin kısaca değinelim isterim… Nasıl gidiyor evlilik?
Valla ne güzel bir şeymiş. Her sabah uyandığımda bir kere daha "İyi ki evliyim" falan diye düşünüyorum. "İyi ki Buse ile evliyim" diyorum. Nefis bir süreç yaşıyorum. Bence çok büyük bir hafiflik evlilik, insanlara yük gibi geliyor olsa da. İnsanların birbirine yardım ettiği ve bunu aşkla yaptığı bir süreç. Bana hiç korkutucu gözükmüyor.
EVLİLİK AŞKI ÖLDÜRMEZ, YAŞATIR
-Evlilik ile ilgili bitmek bilmeyen tartışmalar dönüyor biliyorsun... Son dönemde yine şunun yanıtını arar olduk: Evlilik zor mu? Evlilik aşkı öldürür mü? Belki çok yeni senin için ama sorayım; sen ne düşünüyorsun?
Niye öldürsün ki? Ne kafayla bakıyoruz biraz hani, ölecek olan ölür zaten. Niyet oysa, o bilgiyle giriyorsak işin içine… Hep bir öncekinin deneyimiyle gireriz ya işe, "Yok ağabey sen bunu yapamazsın." Niye yapamayayım? Bırak belki yapacağım dediğim bir yerden. Yeni bir adıma, yeni bir yola, yeni bir bakış açısına genelde kapalıyızdır. Dolayısıyla hep önceki deneyim, kadim bilgi bunu söyler gibi bir noktadan. Ben her girdiğim şeyi kendi deneyimimle inşa etmenin daha doğru olduğunu düşünüyorum. Her rolün, her hayatın, her ilişkinin, her noktanın. Bunu da öyle yapacağız ve öldürmeyecek bence. "Evlilik aşkı yaşatır" diyeyim ben hatta.
-Bundan sonrası için hedeflerin, hayallerin neler?
Yaşamsal bir cesaret. Hayatımın bir döneminde belki başka türlü bir yaşamı deneyimlemek gibi, başka bir ülkede belki. Belki başka bir yerde, ya da orada yapmak istediğin mesleğine dair beraber üretmek istediğin bir şeyin; belki bir tiyatro oyunu, belki başka bir prodüksiyon, belki oyuncu olarak yaptığın bir şeyin orada yankılanması ve onu deneyimlemek hayallerim arasında. Belli bir noktadan sonra güzel bir Ege kasabasında gidebildiğim bir yer, güzel olurdu.
-30'lu yaşlarındasın. 20'li yaşlarını şöyle bir gözünün önünden geçirsen, 30'larında nasıl bir Çağrı çıktı sence ortaya?
Sakinledi ya. Bir kabul geldi. "Oh" dedim ve ben onu sevdim yani. "Tamam" dedim zemin bu, dünya bu, bunu kabul et, direnme, artık bu alanda oynayacaksın buranın tadını çıkar. Dolayısıyla onun tadını çıkartmak bana iyi geldi.
KISA SORULAR
-Hayatınızdan neyi çıkarırsak geriye hiçbir şeyin kalmayacağını düşünürsünüz?
Şair demiş, "Bir insanı sevmekle başlayacak her şey" diye. Sevgiyi, güveni çıkarırsam geriye hiçbir şeyim kalmaz benim.
-Çevrenizden kendiniz hakkında en sık duyduğunuz şikâyet nedir?
Bazen öfkelenirim. Çok öfkeli biri değilimdir ama ani parlamalar vardır ya, bir şeye takınca onun varlığıyla ilgili rahatsızlık hissediyorsam bir öfkeleniyorum.
GÜNE TEMİZ BAŞLAMAK GİBİ TUHAF BİR HUYUM VAR
-Takıntı derecesinde bir huyunuz, bir özelliğiniz var mı?
Ya biraz kontrol düşkünüyüm. Ben kafamda bir işi bitirmeden gece yatıp uyuyamam. O işin çözülmüş olması lazım. Özellikle mesleki anlamda. Yarının sahnesine bakmadan ben yatıp uyuyamam atıyorum. Araba park edilecekse mesela çıkacak yönde park ederim. Yani hani gittim gece erken girdim filan yok ağabey sabah uğraşmayayım ben onunla. Güne temiz başlamak gibi tuhaf huy var.
-Günlük yaşantınızda totemleriniz var mıdır?
Totem değil ama bana şans getirdiğine inanıyorum; sabah kalkınca bir kahve içmezsem o günün enerjisiyle ilgili bir problem varmış gibi geliyor.
-"Asla tahammül edemem" dediğiniz o şey?
Karşımdakinin sürekli kendini ve duygularını anlatması. Birinin bir konuyu bir diyalogdan uzaklaştırıp kendi terapi alanı ve kendi şov alanı haline getirdiği yerde duramıyorum.
-Ağzınıza asla sürmediğiniz, "kokusuna bile tahammül edemem" dediğiniz bir yiyecek var mı?
Ya kerevizle ilgili vardı. "Olacak iş değil" diyordum. Aştım. Eşim bir kereviz yaptı bana kerevizi sevdirdi (gülüyor). O da küçüklükle ilgiliymiş ya zamanla herkes her şeyi seviyor yani ben bamyayı anladım zamanla. Bamyanın da başka bir niyeti varmış. Yaş aldıkça insan onlarla bile barışıp tanışabiliyor.
-Kendinizi yakışıklı buluyor musunuz?
Beğenirim kendimi zaman zaman. "Vay be, havalı adamsın sen de" falan derim evet. Ama yakışıklılıktan daha değerli bulduğum özelliklerim var. Dolayısıyla yakışıklılığa ihtiyacım olmadığını düşündürmeye çalışıyorum kendimi.
-Kıskanç biri misiniz?
Fena değil aslında. Başkalarının hayatını bozacak müdahaleci bir kıskançlığım yok. 10 üzerinden 5'im vardır. Zamanla törpülenen bir şey. Kontrol altına alındığında daha keyifli bir duygu o kıskançlık. Pozitife evirebileceğin şeyler oluyor. Dolayısıyla ben de onu sağlık bir alanda tutuyorum.
-Cimri biri misiniz?
Yok değilim ne yazık ki.
-En çok neye para harcarsınız?
Yemeye içmeye. Genelde yaşam kültürüne para harcamayı seviyorum.