Usta oyuncu Mehmet Çepiç, Sabah Günaydın YouTube kanalında "Biyografi'k" programının yeni bölüm konuğu oldu. Çocukluk hayallerinden tiyatroya adım atışına, sanat yolculuğunun perde arkasına kadar merak edilenlerini Yasemin Durna'ya anlattı. "Seslendirme bana inanılmaz bir disiplin kattı" diyen Çepiç; Ankara Sanat Tiyatrosu günlerinden dönemin usta isimleriyle yaşadığı anılara kadar birçok konuda samimi itiraflarda bulundu. Sosyal medyada takipçi sayılarının başarı ölçütü haline getirilmesine de tepki gösteren oyuncu, "Sanat, rakamlarla değil, iz bıraktığın duygularla ölçülür" sözleriyle dikkat çekti. İşte röportajın tüm detayları…
-Nasılsınız, neler yapıyorsunuz?
Vallahi çok iyiyim. Çok yakın bir zamanda bir tane sinema filmi bitirdim. Ana akım için çekilen bir film. "Aşk Oyunu" diye çok keyifli bir iş yaptık. Birbirinden yetenekli, çok güzel insanlarla çalıştık. O bitti. Şimdi yeni bir film daha var. Birkaç dizi görüşmelerimiz var. Çok olumlu, çok güzel gidiyor. İnşallah güzel şeyler olacak yeni sezonda.
-Ankara'dan İstanbul'a uzanan bir kariyer yolculuğunuz var. Şöyle çocukluğunuzdan itibaren sürecinizi dinlemek isterim…
Rahmetli babam Diyarbakırlı, rahmetli annem de Elazığlı. Elazığ'a gidip annemi kaçırmış. Ankara'ya geliyorlar. Ankara'da 1961 yılında akıllarına geliyorum ama bir sene sonra beni kaydediyorlar. Çünkü benden önceki iki tane ağabeyim ölmüş. Beni yaşatmak için de 8 ay saçımı uzatmışlar, kulağıma küpe takmışlar. Ben bunu ilk kez buradan açıklıyorum size. Bir de rahmetli Kemal Sunal biliyordu. Onunla bir film çalışmam olmuştu. Bunu da nereden fark ettim? Ben 13 yaşında tıraş oluyorum. Kulağım delik. Hemen babama gittim. Dedim ki "Ya baba benim kulağım delik." "Oğlum senden önce iki tane abin vardı. Onlar öldü. Biz de seni yaşattk. Çünkü bizim oralarda erkek çocuk yaşamıyor. Kız çocuk daha çok yaşıyor doğuda. Öyle bir adet varmış. Onlar daha çok yaşadığı için biz de senin kulağını deldik. Böyle elbiseler falan giydirdik." Dinliyorum öyle hayretle. "İşte saçını falan uzattık oğlum. Baktık ki sen yaşıyorsun. Seni kütüğe aldık." Ya dedim "Baba kandırdın mı?" "E kandırdık ki yaşıyorsun oğlum sen" dedi. "Bizde adetti böyle" dedi. Sonra 15-16 yaşlarında lise dönemlerinde arkadaşlarım bana Sadri Alışık rahmetliyi çok iyi taklit ettiğim için tiyatro eğitimi almamı istediler. Ben dedim "Oğlum tiyatroyu nasıl yapacağım ben? 'Ya Yasemin ne yaptın sen ayıptır ha' falan. Bu aksanda bir adamım." Ankara Halk Tiyatrosu'nda Erkan Yücel'in eğitimine gittim. Rahmetli de çıkıyordu böyle merdivenlerde. Dedim "Ağabey burada bir tiyatro varmış. Ben kursa girmek istiyorum." dedim. Böyle baktı. "Ne yapacaksın?" dedi. "Vallahi çok seviyorum ağabey" dedim. "Git aşağıda temrin çalışmaları var. O temrin çalışmasını geçersen seni alırız" dedi kursa. O zaman tabii kurs ücretleri falan öyle bir şey yok, yetenekle. Girdim. 136 kişiydik. Yaklaşık 13 ay bir eğitim aldık. Çok bozuk bir aksanda Türkiye'de çok önemli seslendirme çalışmalarına imza attım. Çok önemli aktörlerle çalıştım. Yani şimdiki mesela Çetin Tekindor, Can Gürzap, Ecder Akışık'ların ders aldığı Nusret Şenbay'dan diksiyon eğitimi aldım ben. İşte Lemi Bilgin'lerden aldım, Semih Sergen'den sahne eğitimleri aldım. Dinçer Sümer'den, Erdinç Dinçer'lerden. Sonra da seslendirmeye başladık. Sonra da Ankara Sanat Tiyatrosu'nda 3-4 sezon oyunlar oynadım. Sonra da birileri geldi gördü. "Sıcak Saatler diye bir hikaye çekeceğiz" dedi. Mehmet Aslantuğ'lu, Arzum Onan'lı. "Orada komiser Doğan karakteri var, oynar mısın?" dediler. "Olur" dedim. O şekilde başladık. Ondan sonra ne kadar komiser, polis, emniyetçi, istihbaratçı, terörist varsa hepsini canlandırmaya çalıştık.
LAY LAY LOM DİYE BİR ŞEY UYDURDUM, ÇOCUKLARIN DİLİNDE PELESENK OLDU
-Seslendirmelerinize de değinelim istiyorum. Özellikle çok önemli animasyonlarda çok önemli karakterlere hayat vermişsiniz…
Bir dönem bir kuşak, mesela 30-35'li yaşlar benim sesle büyüyen bir grup zaten. Mesela Ninja Kaplumbağalar'da Michelangelo vardı. Pizza manyağı bir çocuk. İşte "Merhaba çocuklar" diye konuşuyordu. R'ye 8 tane R çıkarırdı yani. Ne vardı? Dedektif Gadget vardı. Biraz sakar bir dedektifti. "Merhaba, nerede benim Gadget komiserim? Lay lay lom." Lay lay lom diye bir şey uydurmuştum mesela. Çocukların dilinde pelesenk oldu bu. Mesela Bugs Bunny'de "Merhaba Erkidiş" derdim. Arkadaş değil de Erkidiş. Bütün çocuklar Erkidiş demeye başladı. Arkadaş olduğunu biliyorlardı ama. Onun sevimliliği Erkidiş'ten. Dişlek ya. Mesela Taş Devri'nde Kaptan Mağara Adamı vardı. "Kaptan Mağara Adamı geliyor anacığım" diye sonuna anacığım filan ekliyordum yani. Türkçe bir şeyler ama çocuklar çok seviyordu. Mesela Ağaç Kakan var. Woody Woodpecker var mesela. O diksiyonun değişmesi bir evrim yani düşünebiliyor musun?
BENİ HALA AYŞECİK'TEN TANIYAN VAR
-Kariyerinizde sayısız iş var. O yüzden hepsini tek tek konuşmamız mümkün değil ama hafızalara kazınan birkaç işe değinelim istiyorum. İlk gözüme çarpan "Ayşecik (Fıs Fıs)" oluyor. Pek çok insanın hafızalarında yer edinmiş işlerdendir, sizdeki yerini sorsam kısaca…
Ayşecik mesela benim de unutamayacağım bir işti. Sıcak Saatler'i çekiyoruz. Bir yandan da Ayşecik'i çekiyoruz. Ayşecik'in yönetmeni de sevgili Ayhan Önal'dı. Şimdi ben çok çocuk programı yaptım, çok çocuk çizgilerinde kahramanları konuştuğum için Ayhan ağabey benim bu işte de olmamı istedi Ayşecik'te. Obsesif bir adamı oynuyorum ben. Böyle sürekli ilaçlıyor her şeyi. Yani nereye oturacaksa orayı ilaçlıyor falan yani. Hijyen bir pozisyona getiriyor, öyle oturuyor. Ya arkadaş biri sevildi bu. "Fıs fıs mersi" herkes bunu taklit ediyor. Fakat ben bir taraftan da Paganini dinleyen, Dostoyevski okuyan bir komiseri oynuyorum. Mehmet Aslantuğ dedi ki "Ya senden bir şey rica edeceğim. Şimdi bunu çok sevdiler komiseri. Fakat orada bir çocuk çizgi karakterde 'fıs fıs mersi' falan diyorsun. Hani olmuyor ya Mehmet'ciğim. Hani teşekkür mü etsen ya da biz seni burada tatile çıkarsak." "Yok ağabey ben bunu çok sevdim. Ben Ayhan ağabeyle konuşurum" dedim. Sonra oradan ayrıldım mahalleden, öyle bir anlaşarak çıkmıştım. Öyle bir anım vardır benim Ayşecik'te. Hala da birileri görüyor beni 45-50 yaşlarında. "Ya ben seni tanıyorum" diyor. Ben zannediyorum ki işte yeni çektiğimiz işlerden. Ayşecik diyor bana.
OKTAY KAYNARCA İLE İNANILMAZ BİR DİYALOĞUMUZ VARDI, BİRBİRİMİZİ TAMAMLADIK
-Arada pek çok proje var ama ben biraz daha yenilere gelmek istiyorum. Hala tekrarları dönen ve ilgiyle izlenen işlerden biri de Adanalı'ydı. Nasıl bir projeydi sizin için?
Ya Adanalı Oktay (Kaynarca) ile ilk çalıştığımız iş, ilk tanıştığımız. 2008'den beri 17 senedir çok iyi dostluk ve arkadaşlığımız var. Şimdi onun da bıyıkları var benim de bıyıklarım var. Benim adım da Samet ama Çakma Adanalı koydu beni. Montumuz aynı taba rengi taba rengi. Bıyıklar aynı falan saçlar aynı bilmem ne. "Sen bundan sonra Çakma Adanalısın" dedi. Ben acıdan nefret ediyorum. Seviyorum acıyı ama rol gereği acıyı yiyemiyorum. Orada da inanılmaz bir diyaloğumuz vardı. Çok birbirimizi tamamladık gibi oldu. Birbirimize çok destek olduk. Çok iyi bir partner pozisyonunda gibiydik. O da çok sevildi ya. Mesela o da 70-72 bölüm falan gitti. Yanılmıyorsam 42 bölümde vardım ben. Çok güzel bir işti o da.
ADANALI HEM SEVİMLİ HEM DE ZOR BİR SETTİ
Adanalı hem sevimli hem de zor bir setti. Hatta karavanda yazıyor Tayfun. Tayfun Güner, hem yazıyor hem yönetiyor. Karavanda yazıyor aşağıya inip çekiyorduk yani. Öyle bir işti yani zorlanmıştık, zorlandığımız zamanlar oluyordu.
SERENAY'I SERENAY SARIKAYA YAPAN İŞ ADANALI'DIR
-Serenay Sarıkaya'nın da sanıyorum ilk işiydi. Küçüktü bayağı…
İkinci diye biliyorum. İlk işini başka bir yerde yapmış ama ilk en profesyonel işlerinden biri buydu. Yani Serenay'ı Serenay yapan iştir bu iş bence.
-Sonrasında Sakarya Fırat projeniz var. O da çok sevilen bir işti…
Ya rahmetli Osman Sınav beni davet ettiğinde "İki bölüm" dedi. "Yalnız çok riski bir rol" dedi. Öyle deyince ben böyle bir gerildim. "Yani riskliden kastın ne ağabey?" dedim. "Ya şimdi PKK terörü filan...", "Ağabey ben girmeyeyim" dedim. "Yok yok sakın çekinme. Çok bıçak sırtı ama bunu çözecek kişi sensin. Senin aktörlüğüne güveniyorum. İçtenliğine samimiyetine güveniyorum. Bir de aksanı çok iyi kullanıyorsun yöreden dolayı. Orada şive danışmanlarımız var ama sen onlara şive danışmanları yaparsın" dedi. Oraya girdim. Oradaki hikaye aslında bir teröristin hikayesi değil. Terörist, teröristleri ifşa ediyor. Yani aslında devletini seven bir adam gibi göstermeye çalıştık. Ve nitekim onun o komedisini çıkarınca seyirci çok sevdi. O yüzden o sevilmek var ya, o hani onların kalbine işlemek, onların yüzünü güldürmek, yeri geldiğinde hüzünlendirmek, yeri geldiğinde küfrettirmek. O çok önemli bir şey. Onu sevdirdiğin zaman da takdir ediliyorsun. Sana küfrettiklerinde de, sana kızdıklarında da takdir ediliyorsun. Çünkü kötüyü oynamak çok ciddi bir güç yani.
-Ardından Arka Sokaklar, Filinta gibi işlerle devam ediyorsunuz ama sanıyorum en ses getiren işlerinizden biri de Sen Anlat Karadeniz oldu...
O da şöyle; yine Osman ağabey ona çağırdığında senaristlere, "Şimdi ben bu adamı çağırıyorum iki bölüm üç bölüm misafir olarak bize destek ol diye. Ama adam bir gidiyor 130-140 bölüm oynuyor. Bak bunda da misafir ha. Dikkat edin bu alır başını gider bak" falan dedi. Hakikaten onda da 32 oynadım. Mithat Başkomiser diye bir başkomiserdi. O da çok sevildi. Yöre halkı da çok sevmişti. Karadeniz işleri, güneydoğu işleri, doğu işleri, yöresel işler seyirci üzerinde özellikle metropollerde yaşayanlarda olağanüstü bir etki bırakıyor.
BİZ TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ OLARAK ÇOK GÜÇLÜ BİR DEVLETİZ
-Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz'a gelmek istiyorum. Yine ekranlara damga vuran, çok sevilen işlerden biriydi. Sizde nasıl bir iz bıraktı?
Çok keyifli çok güzel bir işti. Severek çalıştığım bir işti. 5. sezonunda girdim. 6. Sezonun sonu 7. sezonun başında çıkmıştım zaten. 34 bölüm oynadım onda da. O da Türkiye tarihini, Türkiye gerçeğini anlatan bir proje. Türkiye'deki bir takım olumsuzlukları da olumlu olan şeyleri, Türkiye'nin derin kimliğinin nasıl olması gerektiğini ya da aileler içerisinde bir takım duygularının nasıl düzgün olması gerektiğini anlatıyor. Siyaset, sanat, mafya falan Türkiye'nin gerçeği orada olduğu gibi vardı. Onun üzerine bir iş yapıldı mı? Mesela onun öncesinde Kurtlar Vadisi vardır. Sonrasında bence bu vardır ama çok da güzel işler çıkıyor bu arada. Bu tür şeyler de olacak. Türkiye'de bu gerçekleri biz asla yadsıyamayacağız. Böyle bir gerçek var. Yani emniyet istihbaratı varsa, askeri istihbarat da var. Bir de milli istihbarat var yani. Bu tür işler devletin içerisinde siyasete bulaşmış, uluslararası ilişkiler içerisinde hep var. Bunların hepsini ne için var? Türkiye'nin aile menfaatlerinin çok daha değerli, çok daha güçlü olması için. Biz Türkiye Cumhuriyeti devleti olarak çok güçlü bir devletiz. Bunun korunması ve kullanması için kullanmamız gereken ne varsa hepsini en doğru, en akıllıcı bir şekilde kullanırız. Biz öyle bir devletiz çünkü.
EN ÖZEL İŞİM YUNUS EMRE'DEKİ AHİ MESUT'TUR
-Bu kadar iş konuştuk… Sizin için yeri en özel olan iş hangisiydi diye sorsam?
Mesela Sakarya Fırat'taki Miro evet çok böyle bıçaksırtı bir şeydi. Bütün karakterlerin yeri ayrıydı ama en babası, benim kalp gözümü açan sevgili Mehmet Bozdağ'la çalıştığımız Yunus Emre'deki Ahi Mesut. Esnaflarının başı olan Ahi Mesut diye bir karakteri canlandırmıştım. O manevi ruhum, manevi yüzüm o hikayelerle bende çok daha farklı oldu. Elbette hepimizin bir kalp gözü var. Elbette hepimizin bir duyarlı olduğu tarafımız var. Elhamdülillah çok şükür Müslümanız ama o bende ya böyle bambaşka bir şeydi. Mesela bir esnaf duası vardı. Esnaf duasını okurken sevgili Mehmet Bey'in babası filan da gelmişti. Hatta Tapduk Emre'nin sohbetlerini dinlemeye gelirdi rahmetli. O benim mesela o yönümü çok ön plana çıkardı. Biraz daha ahlaklı, daha maneviyata düşkün, daha böyle kalp gözlüğümle bazı şeyleri... Sevgi çok önemli ya. Sevgi iyidir, iyilik iyidir. Onu bana o göstermişti. O yüzden Ahi Mesut'un, Yunus Emre'nin bendeki yeri çok daha farklıdır yani. Çok daha özeldir yani.
İÇİNDE BULUNDUĞUM İÇİN MUTSUZ OLDUĞUM BİR İŞTE HİÇ ÇALIŞMADIM
-İçinde bulunduğunuz için mutsuz olduğunuz, "Keşke kabul etmeseydim" dediğiniz bir işte hiç çalıştınız mı?
Yok. Hiç olmadı. Yani düşünüyorum şu ana kadar. Hiç öyle bir şey olmadı vallahi.
AĞABEYİ BACISINA, YENGESİNE TALİP OLAMAZ TÜRK TOPLUMUNDA BÖYLE BİR ŞEY YOK!
-Son dönemdeki dizileri, senaryoları ve oyunculukları nasıl buluyorsunuz?
Çok keyifli, çok güzel işler var ama bir de bazı işler var ki özellikle aile işleri. Ve böyle kadın çocuk muhabbetleri hep aynı döngünün içinde gidiyor. Hani bizde öyle bir kadın yok mesela. Yani şöyle düşün; amcası yengesine talip olamaz. Ağabeyi bacısına yengesine talip olamaz. Dayısı kızıyla, yeğeniyle flört edemez gibi böyle saçma sapan diyalogların yaşandığı aile muhabbetlerinde çirkin, tedirgin edici, yozlaştırıcı, yapıyı bozan, buna özendiren diyeceğim ama eğer adı özendirmekse çok çirkin bir özendirme, böyle bir şey sapkınlık bir kere. Öyle bir şey yok, Türk toplumunda yok yani. Çok modern Avrupa yapılarında da olduğunu zannetmiyorum. Ama bu feminen, farklı ilişkilerinde yaşandığı bu tür duyguların özendiriliyor gibi gösterilmesi bence hikaye bazında çok yanlış. Bunlar bize yakışmayan şeyler. Güzel hikayeler yok mu? Var. İyi oyunculuklar yok mu? Çok iyi oyuncular var ama bir şey söyleyeyim. Hep bilinen oyuncular değil. Hep aynı adamlar değil. 5 kişi mi? O 5 kişi değil ağabey. Onun arkasında zımba gibi gelen çok genç, çok dinamik, acayip, çok güzel insanlar var. Çok yakışıklı adamlar var. Acayip karizmatik insanlar da var. Bizde mesela konservatuardan mezun olan arkadaşlarımız şey derlerdi, "Ya arkadaş çok güzel kız yok." Var ağabey var. Çok güzel kızlarımız var bizim yani. Çok güzel tiyatrocu kızlarımız var, çok yakışıklı tiyatrocu oyuncularımız var.
TAKİPÇİ SAYILARININ İNANDIRICILIĞI YOK
-Oyuncuların projelere takipçi sayısına göre seçilmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Ben ona inanmak istemiyorum ama ne yazık ki sosyal medyada görüyorum ve biz de Türkiye'de yaşıyoruz. Sokakta yürürken arkadaşların da soruyor. İşte "İki milyon takipçisi var" diyor. "Tabii ki onu seçecek" diyor. Arkadaş bunu ne yaptı da iki milyon takipçisi var ya? Yani inandırıcılığı yok. Sen ne yaptın? Daha yeni yeni görüyorum seni. Çok yetenekli evet ama hani bunlara inanılarak böyle bir şeylerin yapılıyor olması bence inandırıcılığını yitirir. Yani sektörü de zora sokar. Bir süre gider bu. Kortizon gibi düşün. "Onun işte beş milyon takipçisi var. Al onu iyi reyting yaparız." Hayır ağabey. Öyle olmayan öyle işler var ki. Bakın benim bir tane izlediğim bir iş vardı. İnanılmaz takipçileri var, çok da iyi oyuncular. Mehmet Aslantuğ, Deniz Çakır, Hülya Avşar. Beş bölüm sonra bitti ya. Böyle bir şey var mı yani? Yani bunların böyle takipçileri. Bu kadar çok yoğun takipçileri yok. Bu neyle ilgili biliyor musunuz? Takipçi sayısıyla ilgili değil, senaryoyla ilgili. Senaryonun samimi ve gerçekten Türk insanına bize hizmet edecek, bize anlatacak bir şeylerin olması gerekiyor. Bize anlatmıyorsa, hiçbir samimiyeti yoksa, inandırıcılığı yoksa, kimi koyarsan koy oraya tutmaz. O yüzden bu tür insanların çok büyük takipçileri yok. Ama bakıyorsun yeni dönemde çok genç kuşaktan. İki milyon takipçisi var, dört milyon, on iki milyon. Onları alıyorlar ama böyle bir şey yok. Yani şöyle söyleyeyim; kortizonlu onlar. Çok fazla yer bulmaz. Ama inatla buldurmaya çalışıyorlar, ayrı. Bir süre gider, bir süre sonra şişer. Şimdi yapay zeka diye bir şey var. Bütün oyuncuklar rafa kalkacak, hadi bakalım.