Geçen yılı belirli kesimler "Aldatılmışız" diyerek geçirdiler... HDP'ye oy veren iyi niyetli Beyaz Türkler veya "Hizmet ediyoruz" zannederek FETÖ örgütünün kullanımına giren saf ve temiz insanlar, bu "Belirli kesimler"e örnek olabilirler. Bu aldatılmışlık duygusunun 2015'e damgasını vuracağını, geçen yılın 1 Ocak'ındaki yazımda adeta görmüşüm... Bu yazıdan bazı alıntılar yaparak, neler dediğimi hatırlatayım...
- Dost ya da müttefik görünenlerin aslında böyle olmadıkları ve düşmanlıklarını sergilemek için uygun zamanı beklediklerine ilişkin kuşkular hep vardır derin siyasetin beyin hücrelerinde... Bu duruma ilişkin olarak "Takiye" veya "Kripto" benzeri kavramları bilmekte fayda vardır.
… 2016'yı da aldatılmışlık duygusu içinde geçirmemek için bu kavramları her kesimin bilmesi gerekiyor... Bir de siyaseti ve dünyayı anlamaya çalışırken "Ezberlerimiz" yerine "Bilgiye dayalı bilincimiz"i kullanmamız daha doğru olacaktır. Bir başka deyişle "Kendi tarihimizle yüzleşmek"ten asla kaçınmamalıyız. Örneğin biz Türkler "Dış güçler"i sorunlarımızın kaynağı olarak görürken, belirli ülkeler için Türkiye'nin de "Dış güç" olarak algılandığını unutmayalım.
Dilerim 2016'da kimse aldatılmaz!..
Mehmet Barlas/Sabah
Ölümünün ardından zil çalan etekleriyle lanet ve küfür yağdıran "sözde" aynı dinden olduğumuz, sözde insanları da ıslah etsin.
2015'i deviriyoruz ama bazılarımızın aklı hâlâ çocuk, ruhları hâlâ ergen.
Ölüm dediğimiz şeyin, velev ki düşmanının başına gelmiş olsun, eser miktarda da olsa saygıyı hak ettiğini, bir adım geri çekilip tefekkür etmeyi gerektirdiğini anlamazdan gelenler, en çok "gönül insanı" pozlarında gezenlerin arasından çıkıyor.
Tefekkür sadece dindarlara mahsus bir hâl de değil. Hangi görüş, inanç ya da inançsızlık ikliminden olursan ol, ölüm, hayatın kırılganlığı üzerinedir ve üzerinde düşünülmeyi, nezaketi hak eder.
Komşu olduğumuz coğrafyada her gün kitleler halinde insan ölüyor. Onlara merhamet ediyoruz. Ölümlerine neden olanlara öfke duyuyoruz. Ama tanıdığın, ortak bir anı paylaştığın, bir yazısını okuyup bir şarkısını dinlediğin, seni güldürmüş, sana tercüman olmuş, dünyana temas etmiş biri öldüğünde öfke ya da merhametten fazlası oluyor. "Var olmak algılanmaktır" diyen Berkeley bir bakıma haklı; çünkü varlığına tanık olduğun biri gittiğinde, bu aynı zamanda yokluğun sana uzattığı bir selam oluyor. Kendi ölümünün, kendi yokluğunun provası. Sor bakalım kendine, ölümün başkaları için ne anlama gelecek? Telefon defterinden eksilecek bir numara mısın, yoksa gerçekten iyi bir "anı" olabildin mi?
Nihal Bengisu Karaca/Habertürk
Dava adamıydı dedik ya. Bir takım terbiyesizlere "yeri cehennemlik, tabi varsa" sözünü söyletecek kadar davasına sadık, dinine sadık, dostlarına sadık biriydi. O sözü söyleyen terbiyesizin kendini cezaevine attıran paralelle girdiği yatağı başlarına devirecek karakterdeydi. Bakmayın siz bugün zayıflamış, kurumaya yüz tutmuş, güçten düşmüş vesayet odaklarına kahramanlık edenlere.
28 Şubat sürecinde herkesin tir tir titrediği o vesayet odaklarına karşı dimdik ayakta durmuş, hem kendi hem de yönettiği gazetesi itibar suikastlarına maruz kalırken, taviz vermemişti. "Abi çok sertsin" diyenlere "az bile yapıyorum" cevabını verebilmişti.
"Gazeteciler!" Genelkurmay'ın ışıklarından "haber" üretirken, O "312 general"in hışmına uğramış, yine de geri durmamıştı. 2 trilyonluk dava kıskacında inim inim inletmişlerdi. Sırf gazetesinde "Onbaşı bile olamayacakların general olduğu ülke" denildiği için.
Dili sert miydi? Sertti. Kalemi keskindi miydi? Keskindi. Ama bu sertlik, bu keskinlik dostlarına değil düşmanlarınaydı. Düşmandan kastı da şahsına değil, davasına, dinine, ülkesine düşmanlık edenlerdi.
Ne deseydi yani? 28 Şubat'ın gazını arkasına alıp başörtülülere, burada yazamayacağım en ağır küfrü eden şahsiyetsize anladığı dilden cevap vermese miydi?
O küfrü edeni baş tacı edenler Hasan abiyi karşılık verdiği için kınarken, O zerre umursamamış, içimizdeki eziklere, kompleks sahiplerine de adeta ders vermişti.
Hülasa o cüssesi küçük ama kalbi büyük adam artık aramızda yok. Güzel bir ölümle ayrıldı aramızdan.
Başta ailesine Allah sabır versin, hem onların hem de Akit Gazetesi'ndeki çalışma arkadaşlarının başı sağ olsun.
Murat Çiçek/Star
Bugün kimse yazı mazı okumaz. Bugün kimse gazete bile okumaz. ("Kitap" deyip birilerini güldürmek istemiyorum, hangi ülkede yaşadığımı biliyorum.)
Gazetelere şöyle üstünkörü bir göz gezdirilir: Gayrımenkul reklamları, tur ilanları, maç kıtlığında asma budayan spor sayfaları...
Hangi parti başkanının yeni yıla nerede girdiği de kimsenin umurunda değildir, hangi içkili gazinoda hangi kelek şarkıcıyla kimin kaç bin liraya kazıklandığı da...
Bugün boş boş televizyona bakılır. Eski "nüfus sayımı" günlerindeki gibi...
Sokağa çıkmak yasak değildir ama sokağa ya hiç çıkılmaz ya da geç çıkılır. Üstelik hava da soğuktur.
Çünkü kafalar akşamdan kalmadır. Mideler de. Bugün baş ağrısı, mahmurluk, Aspirin ve Talcid bayramıdır!
Bugün kimse çalışmaz. Hıristiyan da çalışmaz, ateist de çalışmaz, eh, fırsat bilip Müslüman da çalışmaz.
Bugün kimse dükkan açmaz. Kimse alışveriş düşünmez (maaş, hele araya böyle cumartesi pazar da girince, pazartesiye kalmıştır.)
Bugün kimse "marketten" bir şey almaya da kalkmaz, her türlü yiyecek içecek yılbaşı akşamından yağmalanmıştır.
Genel kurala aykırı olarak bugün çalışmak zorunda kalanı da (gazeteci, asker, polis, nöbetçi doktor, nöbetçi eczacı) kimse düşünmez.
Bugün geç kalkılır. Bugün yazı yazmak zorunda olanlar da yazıyı kısa keserler.
Tekrar iyi seneler...
Engin Ardıç/Sabah
Bir yazımda onun bir konudaki ifadelerini eleştirmiştim. Sert, aşırı bulmuştum. Bazen birlikte olduğumuz ortamlarda bir şeye öfkelendi mi, "Ahmet Abi beni eleştirir ama bunlar da benim yazdıklarımı hak ediyor" diyerek kendi yüreğini konuştururdu.
O yürekte "Dava için öfke" ile, "mazluma şefkat" aynı anda harmanlanıyordu, bunu ikili ilişkilerinizde görebiliyordunuz.
Bir çok insanla, bir çok odakla kavga etmiştir, böyle bir anafor içinde onun bunun kırılması çok mümkündür. En son kavgalarının "Paralel yapı" alanında yaşandığını takip edenler bilir. Orada, "Paralel yapı"nın Erdoğan'ın yolunu kesmek için küresel odaklarla yanyana duruşuna yönelik öfke yanında, bizzat kendi ailesinin, çocuklarının hedef alınmasının da önemli etkisi bulunduğunu biliyorum.
Hasan Karakaya'nın yazılarının tek özelliği "kılıç gibi" olması değildir hiç şüphesiz.
Ben onun ifade kıvraklığını, en riskli ithamları ustaca bir formülle dillendirebilmesini, daha da önemlisi, arşiv bilgilerini yeniden yeniden hatırlayabilmesini, her değerlendirmeyi bir bilgiye - malzemeye dayandırmasını önemserim.
Eminim vefat haberini duyan birçok yürek yanmıştır. Ama bir yönden de gıpta ile bakılmıştır ona. Mekke'de, Medine'de, en güzel diyarlarda en güzel duygularla yüreğin yıkansın ve sen "Emanet"i hemen Rasulullah'ın hemen yanıbaşında, O'nun muezzaz komşuluğunda Sahibine teslim et. Bizim insanımızın "Herkese nasib olmaz" diyerek iç geçirdiği bir yolculuğa çıktı Karakaya kardeşim. Dünya komşuluğundan ukba komşuluğuna bir yolculuk olur inşaallah. Sonsuz rahmet diliyorum yeniden.
Ahmet Taşgetiren/Star