İnsanlık tarihi hiç şüphesiz ki büyük şahsiyetlerin meziyetlerinden ibarettir. Adına "tarih denilen tamahkar tüccar" eğer büyük şahsiyetleri içerisinde barındırmasaydı, hiçbir anlam ifade etmezdi. Daha doğru bir ifadeyle hiçbir ilgi çekiciliği olmazdı. Dönüp tarihimize baktığımızda göz kamaştıran şahsiyetlerin olduğunu görürüz. Bu isimlerin birçoğu dünya tarihinin seyrini değiştirmiştir. Öyle ki etkileri bugün dahi sürmektedir.
Tarihimiz aynı zamanda bir kahramanlar albümüdür de. Başka bir milletin mazisini kıyamete kadar şereflendirmeye yetecek olan kahramanlardan bizde bolca bulunmaktadır. Bunlardan biri de tarihe adını 'Kudüs Fatihi' olarak altın harflerle yazdıran Selahaddin Eyyubi'dir. Kudüs'ü, son ve hak din olan İslam adına küffarın elinden alarak, Müslümanların sancağını dalgalandıran Selahaddin Eyyubi, bütün bir insanlık tarihini derinden etkilemiştir. Selahaddin Eyyubi, insanlığın ortak mazisine öyle bir mühür vurmuştur ki silinmesi de artık mümkün değildir.
Şu ana kadar hakkında binlerce akademik çalışma yapılan, yüzlerce kitap yazılan Selahaddin Eyyubi için Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları da eşsiz bir kitap çıkardı. Lübnan doğumlu Ortaçağ tarihi Profesörü Anne-Marie Edde'nin uzun yıllar çalışması sonrası ortaya çıkan Selahaddin Eyyubi isimli biyografik eser, sadece bir fetih hikâyesi değil; aynı zamanda adaletin, tevazunun ve inancın kudretle buluştuğu bir yaşamın izini sürüyor. Çevirinin usta ismi Ali Berktay tarafından, Türkçeye kazandırılan eser, Kudüs Fatihi hakkında eşsiz bilgileri okuyucunun istifadesine sunuyor.
Muzaffer kumandanın, ömrünün büyük çoğunluğunu hastalıklar içerisinde geçirdiğini eserden öğreniyoruz. Tam bir lider olan Selahaddin Eyyubi'nin, hastalıklarla mücadelesi şu sözlerle anlatılıyor: "Selahaddin 50 yaşına yaklaşırken, ağır bir hastalık geçirdi ve ölmesine ramak kaldı. O tarihten başlayarak ömrünün sonuna kadar sağlığı hep bozuktu ve yorgunluğa acıya tahammül edebilmek için çoğunlukla büyük bir fiziksel cesaret göstermek zorunda kaldı. Birçok kez çok şiddetli kolit ağrılarından söz eden yakınlarına bakılacak olursa, sindirim sistemiyle ilgili bir hastalık geçirmiş olmalıydı. Hastalığın ilk belirtileri Aralık 1185'te Musul önlerinde kendini hissettirdi. Sedyede taşınmayı reddederek yoluna Harran'a kadar yola at sırtında devam etti. Orada yatağa düştü ve Suriye'den hekimler getirildi... Ömrünün son 7 yılında yani Franklara karşı fetihlerle geçen yıllarda Selahaddin hasta olduğunu ve ölüme yaklaştığını düşünüyordu."
Batı medeniyetinin Selahaddin Eyyubi'den saygıyla bahsettiğini de yine Batılı bir profesörün kaleminden öğreniyoruz. Okuyalım:
"Batı dillerine 'Saladin' diye çevrilen 'Selahaddin' onursal bir addır. Ve 'dinine bağlı' diye çevrilebilir. Selahaddin tüm saltanatı boyunca İslam ve onun en üst lideri olan Abbasi halifesinin çıkarları adına davrandığını ileri sürdü... Sünni halifeliğin savunucusu Selahaddin kendini aynı zamanda İslam'ın kutsal yerlerinin koruyucusu olarak da sunuyordu. 1181'de sonra da 1183'te Renaud de Chatillon'un saldırıları sırasında askerleri Frankların Mekke ve Medine'ye ulaşmasını engellemek için var güçleriyle savaşır."
İNTİKAM HİSSİYLE DAVRANMADI
Tarihimizin en görkemli şahsiyetlerinden biri olan Selahaddin Eyyubi'nin bir tasavvuf ehli olduğu da yine kitaptaki ilginç bilgiler arasında yer alıyor. Selahaddin'in tasavvuf sevgisi şu sözlerle anlatılıyor: "Selahaddin, dünyadan el etek çeken zahitlere gösterdiği gibi, mutasavvıflara da büyük saygı gösterirdi. Kahire'de yabancı sufiler için, kendisinin yerleştiği eski vezirlik sarayının karşısına düşen bir Fatimi köşkünden Saidüs-Süeda Hankahı'nı kurdu."
Selahaddin Eyyubi'nin, Kudüs'ü fethderken, asla intikamcı bir hisle davranmadığı ve dili, dini ne olursa olsun mazlumları koruduğu da eserde objektif bir şekilde anlatılıyor. Yazarın ağzından okuyalım: "Müslümanlar şehri kan dökmeden ele geçirdiler. Kudüs'ün alınması Selahaddin'e hem çağdaşların hem sonraki kuşakların gözünden büyük şan ve şeref kazandırdı İslam'ın üçüncü kutsal şehri olan Kudüs'ü kafirlerin iktidarından kurtarmak, Selahaddin için dini bir yükümlülüktü. Çok geçmeden Kudüs'ün çehresi değişti... Selahaddin Kudüs'ün yeniden İslamlaştırılmasına çok önem verdiğini göstererek, siyasi ve askeri başarısına tartışmasız bir dini boyut ta ekledi. Kuşkusuz şehirde daha çok kalmak isterdi. Ama yapacağı seferler henüz sona ermemişti. Ve 30 Ekim tarihinde yani şehre girdikten dört hafta sonra bir an önce Sur'a saldırması için bastırıp duran Sayda ve Beyrut Valisi'nin çağrısına uyarak Kudüs'ten ayrıldı."
Kitapta ayrıca, Selahaddin Eyyubi'nin soy kötüğüne dair de çarpıcı bilgiler yer alıyor. Selahaddin Eyyubi'nin çocukluk çağları anlatılırken, dönemin bir fotoğrafı da çekiliyor adeta. Kitap bu yönüyle de Selahaddin Eyyubi hakkında yazılmış birçok eserden ayrılıyor. Kitapta yer alan "Selahaddin Hakkındaki Tarih Yazımı" bölümünde ise özellikle Batılı tarihçilerin, Selahaddin hakkındaki düşünceleri yer alıyor. Ve yine özellikle Batılılar gözüyle büyük kumandana bir kıymet hükmü veriliyor. Hükümlerin ekseriyetle buluştuğu nokta ise Selahaddin'in katıksız bir kahraman olduğu gerçeği... Tarihçi Joseph François Michaud'dan Selahaddin hakkındaki fikirlerini kitaptan okuyalım: "Bir kez imparatorluğun başına geçtikten sonra iki tutkusu oldu: Hüküm sürmek ve Kur'an'ın zafer kazanmasını sağlamak."