Hayatın koşturmacasına kendimizi kaptırdığımız bir günün ortasında Murat Gener'in bir cümlesi yakalıyor bizi: Dört basamaklı rakımlardan, bir iniş bir çıkışlı rampalardan; virajları kaygıyla ve tedbirle, döne döne, kulaklarınızı açmak için de bolca yutkunarak gidersiniz bizim köye.' Yıllardır notlar alarak romanını çalışan mütevazı bir isim Murat Gener. İlk kitabı Sana Söyleyemedim ise uzun bir hazırlığın ve bolca kırıklığın romanı. Murat Gener ile TK Yayınları'ndan çıkan Sana Söyleyemedim özelinde hayata, edebiyata ve kaçırdığımız hakikatlere dair söyleştik.
- Kitabı kurgu etrafında inşa etme fikri nasıl ve ne zaman doğdu?
- Evet neredeyse 5 yıllık bir serüven. Ancak kitabın öykülerini derlemeye daha doğrusu dinlemeye çok daha önce, neredeyse 20 yıl önce başladım. Roman henüz taslak halindeyken, fikrini almak istediğim bir dostum bana "Tüm bu olaylar gerçek mi, yoksa kurgu mu?" diye sormuş, ona "Elbette kurgu ama olayların tümü gerçeklerden yola çıkılarak yazıldı" yanıtını vermiştim. Sözünü ettiğim gerçekleri bizzat duydum, dinledim. Örneğin 1939 yılındaki Büyük Erzincan Depremi'ni bana rahmetli dedem anlatmıştı. O depremde yakınlarını kaybetmiş dedem.
Maçka'daki apartman dairesinde geçen olayları da yine rahmetli anneannemden dinlemiştim. Tüm bu dinlediklerimin ses kaydını almak aklıma nasıl geldi hatırlamıyorum ama iyi ki de almışım. Sorunuzda bahsettiğiniz "kurgusal bir dünya inşa etme fikri" işte o günlerde doğdu.
- Kitap mutsuzluğun da var olduğunu ve bazen hayatımızın tam merkezinde olduğunu ilan ediyor. Eseriniz bir mutsuzluk senfonisine mi yaslanıyor?

- Çok yerinde bir tespit. Dünya işleri böyle gerçekten de. Dünyada mutluluk da var, mutsuzluk da; iyilik de var, kötülük de. Tüm bunlar bize dair. Yunus Emre'ye nispet edilen şu dörtlüğü çok ama çok severim hatta hayat felsefem olduğunu söyleyebilirim. Şöyle diyor Yunus Emre;
"Hak bir gönül verdi bana, ha demeden hayran olur, bir dem gelir şâdân olur, bir dem gelir, giryan olur" Hayat tam da böyle.
Bazen şâdân oluyor, mutluluktan havalara uçuyoruz; ama bir an sonra giryan olup üzülüyor, kızıyor belki de modern deyimle depresyonlara giriyoruz. Hayat zikzaklar çizerek ilerliyor. Bu hep böyle. Sizin benden daha iyi ifade ettiğiniz şekilde "mutluluk safsatalarının bu denli etkili olduğu bir çağda Sana Söyleyemedim, mutsuzluğun da var olduğunu ilan ediyor." Size bunu söyletebildiysem ne mutlu bana. Ancak eserin bir mutsuzluk senfonisine yaslandığını söyleyemem. Zira yazarken de yazdıklarımı düşünürken de Yunus Emre'den miras sözleri aklımdan çıkarmadım. Eserde mutsuzluklar var ama mutluluk da var. Tam da yaşamın kendisi gibi... Öylesine gerçek olmayı istedim.
Yapabildiysem ne mutlu.
- Kitapta ince ince işlenmiş bir yakın tarih örgüsü mevcut. Bu bağlamda tarihi referansları nasıl kullanmaya çalıştınız?
- Sana Söyleyemedim 1920'lerde Diyarbakır'ın Silvan ilçesinde başlayan, 1940'larda Ilgaz'da süren, sonra ana karakterler Abdulaziz ve Hayriye'nin yollarını 1950'lerin, 1960'ların İstanbul'unda kesiştiren çok katmanlı bir roman. Tarihi referansları bir araya getirirken elbette dönem gerçeklerini dikkate aldım. Örneğin romanın kırılma noktalarından biri olan 1939 Erzincan Depremi hakkında uzun araştırmalar yaptım. Çok eski tarih olduğu için ulaşılabilir yeterli veri yoktu. Bu noktada az önce de anlattığım gibi rahmetli dedemin tanıklığına başvurdum. Benzer dönemde Maçka'da İstanbul sosyetesinin bir araya geldiği olaylara, o zengin evlerinden birinde hizmetçilik yapan bir genç kızın gözünden bakmaya çalıştım.
1950'lerin Kadırga semti ve oradaki dostluklar ha keza yine tanıklardan dinlediğim öyküler. Kitapta okuru bekleyen son yüzyılımızın bir özeti diyebilirim.

- Romanda hikayeler üzerinden ilerleyen zaman örgüleri görüyoruz. Burada neyi hedeflediniz?
- Binlerce kilometre yol yapmak bilinçli bir tercihti benim için. Kitabımda her dönemi bir başka yerden okumak istedim. Ancak bunu ana karakterler üzerinden kurgulamaya çalıştım. Buradaki amacım ana karakterlerimizin zaman geçtikçe ve mekân değiştikçe nasıl değiştiklerini anlatabilmekti. 1920'lerin Diyarbakır'ındaki Abdulaziz ile romanın hemen başında köyünde yaşlanmış halde ölüm döşeğinde gördüğümüz Abdulaziz aynı kişi olmasına rağmen arada katedilen binlerce kilometre ve aradan geçen onlarca yılı anlatmam gerekiyordu. Romanda buna benzer zamansal ve mekânsal çok öykü var. Bu nedenle sorunuza bir kez daha ve bu defa altını kalın çizgilerle çizerek yanıt vereyim, öykünün bir uçtan bir uca çizilmesi tamamıyla bilinçli bir tercihti.
FİNALİ OKUYUCUYA BIRAKTIM
- Romanın sonu etkileyici olmasının yanında düşündürücü de. Sizin kafanızda hâlâ devam mı ediyor yoksa hikâyeyi bizim bitirmemizi mi bekliyorsunuz?
- Hikâyenin sonunu okura bıraktım. Çünkü doğru olanın bu olduğunu düşünüyorum. Hani "Araba kullanıyor olsak da hepimiz aslında ya- yayayız" diye bir örnek vardır ya, tam da bu yüzden yayız" trafikte yayalara saygı göstermek zorunda oldu- olduğumuzu biliriz. Bu örnekteki gibi, aslında ben de ğumuzu bir okuyucuyum. Belki benim gibi düşünmeyenler çıkacaktır ancak ben bir romanı okurken bağ kur- kurduğum karakter hakkında fikrim olmasını isterim. duğum Bu nedenle öykünün sonunda sözü okuyucuya vermek istedim. Çünkü bence, 336 sayfa boyunca romandaki karakterlerle zaman ve mekânda yolculuğa çıkan okuyucu yol arkadaşlığı yaptığı karakterlerle ile ilgili karar vermeyi hak ediyor.
IYİ KONUŞMAK İÇİN ÇOK OKUMAK GEREK
Siz hangi metinleri okuyor ve hangi dos- dosyalar ile uğraşıyorsunuz? Yeni kitap çalışmanız yalar olacak mı?
- Eskiden çok okurdum ama artık vakit bu- bulamıyorum diyenlerden değilim. Fırsat buldukça lamıyorum okuyorum. Bunun bir yaşam tarzı olduğunu savu- savunuyorum. İnsanın iyi okuması kadar iyi ve etkili nuyorum. konuşması gerektiğine de inandığım için şiir oku- okumayı hiç ihmal etmiyorum. Yine bu çerçevede iyi mayı bir dergi okuru olduğumu da söyleyebilirim. Son çıkanlar raflarını pek seviyorum. Ama merakla bekle- beklediğim yazarlar da yok değil. Son dönemde Afrika'dan, diğim Japonya'dan çok iyi eserler çıkıyor. Bizim güzel ülke- ülkemizi de es geçemem elbette. Çok iyi eserlerimiz, çok mizi değerli sanatçılarımız var ancak keşke okur sayımız daha da artsa, bilhassa da genç nesillerimizde. Tam da bu amaca hizmet etmesi için tasarladığım yeni bir çalışmam var. Gençleri hedefleyen bir roman için çalışıyorum. Umarım kısa sürede yine TK Yayınları sayesinde o kitap da raflardaki yerini alır.
BEKİR SALİH YAMAN