Açık konuşalım, yabancı bir tarihçinin İslamiyet, Müslümanlık, Türkler, Osmanlı üzerine yazdığı her eserde ilk odak noktamız oryantalist bakış açısının neresinde olduğudur. Kıyısından köşesinden büyük çoğunluğu oryantalizmin üstten bakışına sahip olduğu gerçeği de asla yadsınamaz. Michael Balivet, Batı'nın bu topraklara bakışını siyasi üslup takınmadan ve bilimsel perdelemeden geçirerek ortaya koyduğu gerçeği, tüm kitaplarında olduğu gibi Turkuvaz Kitap'tan çıkan Kuruluş Devrinde Bizans ve Osmanlılar isimli eserinde de dikkat çekiyor.
Anadolu topraklarında Beylikler, Selçuklu ve sonrasında yine beylikler-Osmanlı dönemlerini kitabında kronolojik olarak anlatan Fransız tarihçi, din-siyaset birlikteliğinin altını da sık sık çizip coğrafyaya göre farklı adımlara da dikkat çekiyor. 2020'de hayatını kaybeden Fransız tarihçi Michael Balivet'in özellikle Anadolu coğrafyasındaki tarikatlar, dervişler, dini hayat ve özellikle de Şeyh Bedrettin hakkındaki araştırmalarının bilgi birikimini de bu kitabında net bir şekilde sayfalarına taşıdığını her satırda anlamak mümkün.
Balivet, ilk etapta Anadolu coğrafyasına doğru yolculuğa çıkan Türk-Moğol unsurlarını değerlendirirken ardından Türklere yoğunlaşıp beylikler ile Anadolu Selçuklu dönemlerindeki dini hayatı kültürel adımlarla yorumluyor. Evlilik her coğrafyada, her kültürde ve tarihin her döneminde aileler, kavimler, aşiretler, milletler arasında hatta iki köy arasında bile kavga-savaş önleyici en önemli anlaşma olarak sık sık ortaya çıkar. Ancak Balivet'in verdiği şu bilgi, o tarihte Anadolu'da Müslümanlığın yayılmaya başladığı ancak tam da anlaşılamadığının bir örneği olarak dikkatimi çekti:
"1223 yılına doğru Erzurum'un Türk ve Müslüman emiri, Gürcistan Kraliçesi Russudan'la evlenebilmesi için oğlunun Hristiyan olmasını kabul eder. Bu evlilikten Tamara adlı bir kızları olur, Tamara Konya'nın Türk sultanıyla evlenir ve bir süre sonra din değiştirerek Müslüman olur." Müslümanlığın Anadolu'ya yayılma dönemine değinen Balivet'in bu süreçte ortamın kültürel ve dini enteresanlığını anlattığı şu pasaj da ilginç bilgiler içeriyor:
"O dönem insanlarının dini kimliklerini belirleyici öğeleri, hani neredeyse zevk duyarak karıştırdıkları gibi bir kanıya da ulaşmak olasıdır; dervişler Hristiyan keşiş kılığında gezerler, Müslümanlar Şamanist ayinler düzenlerler, Türk sultanlar vaftiz olurlar ya da Katolik ayinlerine katılırlardı. Ortaçağ kaynakları Türk ve Moğollar'da sıkça rastlanan bu yön değiştirmeye açıkça tanıklık etmektedir."
DİN DEĞİŞTİREN HÜKÜMDAR!
Örneklemelerinde Sarı Saltuk, Yunus Emre, Hacı Bektaş, şeyh Bedrettin gibi coğrafyanın kültürel birikimini yukarıya çeken isimlerden sık sık söz eden Balivet'in dini anlamda devletin üst katmanlarının nasıl bir yol izlediğini 1. Gıyaseddin Keyhüsrev üzerinden anlatır:
"Kardeşlerinden biri tarafından tahttan indirilen Sultan, kendisini içtenlikle ağırlayan Bizans İmparatoru III. Aleksios'un yanında uzunca bir süre sürgün hayatı yaşar. Yunan asilleriyle yakın ilişki içinde olan Hristiyan bir anneden doğma Keyhüsrev, Mavrozomes adlı Bizans tekfurunun kızıyla evlenir. Konstantinopolis'teki uzun ikameti sırasında Sultan, Bizanslı tarihçi Georgios Akropolites'e göre, III. Aleksios'un da özendirmesiyle din değiştirip vaftiz olacaktır."
Yazarın anlatımı ile Selçuklu-Beylikler-Osmanlı Devleti geçişinde hem Anadolu'da İslamiyet'in yayılması ve etkilerini hem de Balkanlarda başlayan değişimi görmek de mümkün. Balivet'in altını çizdiği tarih, Balkanlar için 1354... Bu zaman dilimi sonrasında Trakya ile başlayıp Bulgaristan, Makedonya ve Sırbistan yolu ile yaşanan yayılımda dervişler üzerinden durum okuması yapıp yerel halkın İslamiyet'e bağlanmasında yöreye göre daha az vergi, daha iyi yaşam biçimi sunma, dini alanlarda rahatlık, yaşam umudu sunma gibi detaylarla halkın Müslümanlığı kabul ettiğine de dikkat çekiyor. İşin Hristiyan-Bizans dönemine baktığımızda ise Balivet'in dikkat çektiği nokta mistisizm ve astrolojiye verilen büyük ağırlık ve bunun da kaybedilen topraklarda (Bizans açısından) yöneticilerin hatası olduğuna da vurgu yapılıyor.
Final olarak genel çerçeveye baktığımızda Osmanlı-Bizans ilişkilerinin özellikle erken dönemine yönelik az kaynağın olduğu bir alanda büyük bir boşluk doldurulurken kendi bilgi birikiminin en yoğun olduğu Bektaşilik konusunda da son bölümde mesaj vermekten de kaçınmıyor.