1980'lerin Sovyet Birliği'nde II. Dünya Savaşı'nın üzerinden 40 yıl geçmesine rağmen halk, hem psikolojik hem de fiziksel olarak savaşın izlerini silememişti. Savaşı birebir yaşayan kuşak yeni nesille beraber yaşamaya devam ediyordu. Bu insanlar, savaşın yokluklarını, kayıplarını, travmalarını sessizce taşırken, genç nesillere de bu yükü dolaylı şekilde aktarıyordu. 1985 yılında savaşın konuşulmayan ama hissedilen bir ağırlığı vardı. Savaş sonrası dönemde başlatılan kolektivist yaşam anlayışı, 1985'te hala sürüyordu. Ortak mutfaklar, paylaşılan banyolar, aynı apartmanda birden fazla ailenin yaşadığı 'komünalka'lar savaşın neden olduğu barınma krizinin çözüm modelleriydi ve yaygın bir kullanıma dönüşmüştü. Bu zorunlu birliktelikler, insanları sabırlı, sessiz ve dayanıklı olmaya itmişti. Savaş sonrası rejimin sıkı denetimi, halkı konuşmamaya, sorgulamamaya, duygularını bastırmaya yönlendirdi. 1985'e gelindiğinde bile bu sessizlik sürüyordu. Halk çok şey biliyor, çok şey yaşıyor ama konuşamıyordu. Öte yandan savaş sonrası kalkınma hamleleri zamanla durağanlaşmıştı. 1985'te Sovyet ekonomisi durma noktasına gelmişti. Halk uzun kuyruklara, bozulmuş ürünlere, azalan umutlara alışmıştı. Savaşta zar zor hayatta kalan insanlar şimdi de yoklukla sınanıyordu. Dayanıklılığın bir halk refleksi haline geldiği dönemi anlatan Katerina Poladjan'ın 'Gelecekten Nağmeler' adlı eseri, tam da böyle bir komünalka'da yaşayan insanların hayatını anlatıyor. Everest Yayınları'ndan çıkan romanda 1985 Sovyetler Birliği'nin donuk havası, kolektif yaşamın içinde kaybolan bireylerin hikayesiyle anlatılıyor. Roman, tek bir karakterin değil, ortak bir hayatın sürüldüğü bir Sovyet apartmanında geçen, sessizce akan ama derin izler bırakan yaşamları bizlere sunuyor. Eserde yazar, 1985 Sovyet halkının savaş sonrası yılları bir tür 'hayatta kalma sanatı'na dönüştürmesini, yaşanan travmalar, politik baskılar ve ekonomik sıkıntılar da birleşince halkın susarak ve zorluklara birlikte dayanarak yaşamayı öğrenmesini gözler önüne seriyor. Kitaptaki karakterler Yanka ve Kroşka'nın kurulamayan anne kız ilişkisi ve anneanne Mariya'nın torununa karşı aldığı sorumluluk gibi hayatına devam etmeye çalışan Sovyet halkının yaşadığı psikolojik sorunlar eserde yer alırken, yazarın büyük tarihsel olayları doğrudan anlatmaması dikkat çekiyor. Eserde geçen "Toplumsal mutluluk olmadan kişisel mutluluğun da olamayacağını insanların hala anlamamış olması" ifadesi o dönemde yaşayan insanların birlik duygusuna nasıl bağlı olduğunu adeta gözler önüne seriyor. Romanın merkezinde kayıp, bekleyiş ve suskunluk var. Kitaptaki karakterler çoğu zaman açıkça konuşmazken bastırılmış duygular, söylenmeyen cümleler ve yarım kalan hayatlar anlatının asıl taşıyıcısı haline gelmiştir. Sessiz ama güçlü bir şekilde süren 1985 dönemi, Sovyetler Birliği'nde çözülmenin başladığı, ancak bunun henüz halkın günlük hayatında bir ferahlığa dönüşmediği bir zamandır. Roman, değişimin eşiğinde duran ama hala eski düzenin ağırlığı altında ezilen insanların portresini çizer. Kitapta büyük politik sloganlar yok, onun yerine küçük hayatların büyük yorgunluğu var. Eserde konu alınan 3 kuşak kadının hayata devam etme çabası ve komşularının gündelik yaşamı, bize umudu ve küçük şeylere tutunmanın önemini hatırlıyor.