Grup Perişan bir döneme oturmuş bir çizgi diziydi. 10 yıllık bir zaman dilimi sürdü. Ve son verdim. Ben Grup Pearişan'a başladığımda Üniversite'de son senemdi. Sonra ki zaman diliminde de gençlerle ve dünyalarıyla iç içeydim. Dolayısıyla anlatım samimi bir paylaşımla çıkıyordu. Daha sonrası da müzik zevki konulara girmeye başladı. Ve tabi rock anlatımı giriverdi. 90'ların sonuna doğru ise daha siyasi karikatürler çizmeye yöneldim ve Grup Perişan'ı çizmeye son verdim. Bunun sebebi ise dönem artık çok değişmişti ve aynı konuları çizmeye devam edersem, bu samimi olmayacaktı ve bir "iş" olarak devam edecekti.
Sosyal medyada sizinle ilgili yorumlarda, müzik kültürünü etkilediğinizi, onları popüler kültürden kurtardığınıza dair yorum yazan birçok kişi var! Bir nesli müzikal anlamda bu şekilde etkilemek nasıl bir duygu?
Eğer böyle bir yorum yapılıyorsa inanın bana çok sevinirim ve demek ki boşa gitmemiş derim. Benim çizgilerime müziğin bu denli girmesi bir paylaşım isteğindendi. Çünkü ben çok küçük yaşlardan beri bu paylaşımla büyümüştüm. Ben her ne kadar okullu bir çizersem de aynı zamanda alaylı denilen bir yapıdan da geliyorum. Üniversite eğitimimi Akademi'de resim olarak aldımsa da karikatürü bir alaylı yapıda aldım. Dergilere gidip gelerek, karikatürlerimi yayınlatıp (yayınlatamayarak) daha amatörlük aşamasında çizgilerimi paylaşabilme, insanlara ulaştırma olanağına sahiptim. Profesyonel anlamda çizmeye başladığımda da çizdiklerimin okuyucu ile sıcak bir ilişki içinde olmasını istedim. Daha sonraları konulara müzik de girmeye başladı.
O dönem hard rock gruplarının konserlerini de köşemde duyurur olmuştum. Ben sevdiğim müzikleri, konserleri paylaşmak istedim sadece. Çoğunlukla rock ve heavy metal olsa da bunun asıl özü müzik dinleme keyfi ve yapmanın önemiydi. Şimdi de radyo programnı yapıyorum, programımın ismi de bir anlamda Grup Perişan'a gönderme yapan Blues Perişan. Bu isim ile geçmişteki o paylaşımı radyo aracılığı ile yapmaya başladım. O gün Grup Perişan'da konsept rock ve heavy'di çünkü o zaman onları dinliyordum. Şimdi ise blues müziği benim tutkuyla dinlediğim müzik türü. Kimi zaman electric blues ile gitar ağırlıklı bir tarzda rock tadını da alabiliyorum. Böyle olması eskisinden pek farklı değil. Çünkü benim için eski rock tarzı doğaçlamaların yoğun olduğu bir müzikti.
Şimdi ise rock ve türevi müziklerde daha planlı işler yapılıyor. Solo olayı kalkmış bile diyebiliriz. O nedenle de bu lezzeti bulabildiğim tarz blues oluyor. Programda rock'a da yer veriyorum ama tümüne yakını 70'li yıllar diyebilirim. Programda caz bile yer alabiliyor. Bu arada caz'ın klasikleri ve 70'lerin fusion'u son dönem zevk alarak dinlediklerim arasında. Günümüzde yapılan caz albümlerini zevkle dinliyorum. Vakit bulabilsem bir de caz programı yapmak isterim. Radyoda bunun dönüşümünü dinleyicinin sorularından görünce de mutlu oluyorum.
Yani bugün Grup Perişan'ı yapıyor olsaydım blues tarzı girecekti konulara. Bir de şu söz konusu ben 90 öncesi bir rock kuşağının insanıyım. O dönem radyoda heavy, rock çalacak diye beklerken Spyro Gyro, John Mc Laughlin, Pet Matheny gibi fusion caz'ı da dinlerdik. Onlardaki elektro gitar tadı da bizi beslerdi. Sonra konserler bugünkü gibi değildi ve İstanbul Festivali bizim bu ihtiyacımızı doldururdu. Dolayısıyla Miles Davis, Ray Charles, Chick Corea isimlerin konserleri de besleyici olmuştu. Tabi bu dediklerim bugün 50 yaşına yaklaşmış olan eski hard rock ve heavy dinleyicisi için geçerli, daha sonraları ise artık insanlar tek tür hatta türevini dinler olmuştu.
Son dönemde gençliğin bilgi ve entelektüel anlamda kanaatkar olduğuna dair eleştiriler var! Siz ne düşünüyorsunuz bu konu hakkında! Gençliğin bilgiye ilgisi azaldı mı?
50 yaşına gelmiş bir adam olarak artık rahat, rahat "Nerde bizim zamanımızdaki gençlik" diyerek atıp, tutabilirim. Ama bunu yapmayacağım. Sadece bugün değil 10 yıl öncesinden beri belirttiğiniz yargılar söylenebilir. Ama o günden bu yana teknolojik gelişmeler vesaire çok gelişti. Bu yargıları on yıl önce de söyleyebilirdik ama o gün hayatımızda bilgisayar bu denli yoğun girmemişti. Cep telefonu bile hala bir telefondu sonuçta . Şimdi telefonla bir yemek yapmadığımız kaldı. Siz bana Grup Perişan'ı soruyorsunuz. Oysa bugün facebook ile insanlar her saniye de bir yorum yazabiliyor. Yani farklı bir dünya oldu. Bu kadar gelişmenin içinde gençliğe baktığımda eskisine göre daha şanslı değil, şanssız olduklarını görüyorum.
Örneği karikatüristlikten verirsek; bugün çizmeyi önüne hedef olarak koymuş bir genç ne yazık ki benim genç olduğum zamanki kadar şanslı değil. Çok alan var ama imkanlar kısıtlı. Teknolojinin olumsuz yanını deliler gibi kullanıyoruz ama bir de olumlu yanı var. İşte buraya gelindiğinde gençler de çıkışını yapabilecek. Mesela şu anda bir müzisyenseniz sizin bir başka müzisyeni dünyanın bir başka ülkesinde bulabilme şansınız var. Bu bizim dönemde hayal bile edilemezdi. Ama bununla şimdi kimse ilgilenmiyor. Şimdilerde daha çok müzik, video paylaşıp, tüketiyoruz. Bunu sadece gençler mi yapıyor dersiniz. Bizler farklı mıyız ki!
Bugün bir genç binlerce albümü bir yılda indirip dinleme imkanına sahip, bizim dönem de bayağı yekunlü para biriktirip, bir müzik seti alacaktın, sonra ayda iki plak alıp dinleyecektin. Sonra kaset çıktı. Onda biraz daha kolaylaştı ama ama gene de bugünkü gibi bir olanak yoktu. Şimdi bu olanağın artması hazmetmeyi engelliyor. Entelektüellik konusuna gelince ise bizim dönemde tek kanallı TRT'de olsun radyoda olsun bir takım verileri bulmanız mümkündü. Şimdi ise yayıncılara bakın bir çok kitap daha en baştan "bu satmaz" yargısını alıyor. Gelelim bugünkü müzik alanına. Evet bugün bizim döneme nazaran hayal edilemeyecek denli rock grupları albüm yapıyor, konser veriyor. Bütün buna karşın hiçbirinin kendi rengini koyabilmesine imkan yok. Çünkü plak şirketlerinin mutfağında yer alan kişiler ( biraz da haklı olarak) rizikoya girmemek için onları biçimlendirme yoluna giriyorlar. İşin en ilginç yanı da bu gençlere sınır koyan insanların da bundan 10 ya da 20 yıl öncesinin rockçıları olmasıdır.
Kitaba gelecek olursak, Başkomser Nevzat fikri nasıl ortaya çıktı, biraz bahsedebilir misiniz?
"Başkomser Nevzat" Ahmet Ümit'in öykülerinde , romanlarında yer alan bir karakter. Bu karakter birçok kere sinema ve dizi film olarak da uyarlaması yapıldı. Aynı şekilde çizgi roman olarak da daha önce İsmail Gülgeç tarafından 2 defa çıkmıştı. İsmail Gülgeç'i kaybettikten sonra da bu teklif bana geldi. İlk anda kafamı kurcalayan karakterleri aynı çizip çizmeyeceğimdi. Ahmet Ümit'le görüşmemizde kahramanları istediğim gibi yorumlayabileceğimi belirtmesi hatta benim kendi yorumladığım şekilde çizilmesinin daha doğru olacağını belirtmesi beni rahatlattı. Çünkü Roman veya öyküde benim hissedebildiğim Nevzat karakteri çizdiğim şekildekiydi. "Başkomser Nevzat" karakterini yorumlarken kaybolmuş değerlerin toplamından hareket ettim. Tarihi dokusuna dokunulmamış, doğasıyla oynanmamış bir İstanbul'un toplamını onda sunmak istedim. Bu bir anlamda benim özlemimdi. Karşılaştığımda selamından huzur duyacağım, saygıyı elden bırakmayacağım bir insan düşündüm ve öyle çizdim. Onu roman ya da öyküden okumuş insanlar başka türlü de görebilir ama benim hissettiklerim bunlardı. İnsanlar "Başkomser Nevzat" çizimine baktıklarında hemen akıllarına bir Münir Nurettin şarkısı ya da Orhan Veli şiiri gelsin istedim.
Daha önce bir yazarın metni üstüne çalışmış mıydınız nasıl bir deneyim oldu?
Daha önceden bir yazarın metni üzerine bu şekilde çalışmamıştım. Bazı kitaplarda kitap resimlemesi ya da kapak şeklinde olmuştu. Ancak bu şekilde çizgi roman olarak ilk deneme diyebiliriz. Konunun diğer bir yanı ise ben yıllar yılı karikatür üzerine işler yapmıştım. Elbette illüstrasyon olarak çizimler yapmıştım ama hem çizgi roman hem de reel çizgilerle "Başkomser Nevzat - Davulcu Davut'u Kim Öldürdü!" ilk oluyordu.
Ahmet Ümit'le işin son halini gördüğünüzdeki fikrinizi merak ediyorum neler konuştunuz?
Ahmet Ümit günümüzün en önemli polisiye yazarlarından biri. Aynı zamanda bir "Best Seller". Bütün bunların yanı sıra edebi hassasiyetleri de yüksek biri. Dolayısıyla ilk başlama aşamasında bir hayli tedirginlik de duymadım değil. Bütün bunların yanında edebiyat uyarlamaları her zaman tehlikelidir. Bir romanın okuyucusu sinemaya uyarlandığında beklentilerini bulamayabilir. Bu düşünceler ve tedirginlik içindeydim ilk başlangıçta. Ancak sonraki zaman diliminde çalışmalar başlayınca Ahmet Ümit'in hiç müdahale etmemesi beni şaşırttı. Bir yazarın eserinin çizgi romana uyarlanırken çizere bu derece özgür ortam bırakabilmesi pek rastlanan bir şey olmasa gerek. Hatta daha da ileri gidip çizgi romanda eserin sahibi sensin bile diyebildi.
İlerleyen zaman diliminde de Ahmet Ümit'in çizgi romanları sevdiğini ve değer verdiğini de gördüm. Bu benim çalışmamı fazlasıyla kolaylaştırmıştı.
Son dönemlerin en popüler müzik mevzularından biri de Eurovizyon! Hem Eurovizyon'la ilgili fikirlerinizi hem de Can Bonomo şarkısıyla ilgili düşüncenizi merak ediyorum açıkçası!
Belki garip gelecek ama hiç dinlemedim. Eurovision yarışmalarına 70'li yıllarda "Örovizyon" diye yazıldığı dönemlerden bilirim. 80'lerden sonra da pek takip etmedim. Bir de yeni yapılan işleri hiç takip etmiyorum. En son dinlediğim Türk grubu da Zardanadam ve Aksi İstikamet'di.
Sizin ev partileriniz ve orada çalınan parçalar da oldukça meşhur. Devam ediyor mu ev partileri?
Ev partisi falan denilebilecek şey değildi onlar. Eskiden bar olmadığı için evde toplanıp plak dinlemekti maksat. Plak dinlemenin keyfini hiç bir şey tutmaz.
Ev demişken Kuzguncuk son zamanda türk dizi ve sinema dünyasının gözdesi. Kuzguncuk'un Türk sineması ile imtihanı nasıl gidiyor?
Son 10 yıldır Kuzguncuk'ta oturuyorum. Ben Fatih'de doğmuşum sonraları ailem Kuruçeşme'ye yerleşmiş. Çocukluğum ve gençliğim hep Kuruçeşme, Arnavutköy'de geçti. Eskiden oradaki insanlar semtimize "köy" diye hitap ederlerdi. Yani Boğaz insanıydık. Şimdi artık oralarda böyle bir "köy"daşlık bulmamıza imkan yok. İşte Kuzguncuk'da eski Boğaz'ın kokusunu duyabiliyorum. Burada da insanlar birbirine "komşu" diye hitap ediyor.
Dizi, Film çekimlerini hiç sormayın. Kimi zaman insanları çok rahatsız edebiliyorlar. Hatta burada "Kuzguncuk bir semt, set değil" diye bir slogan bile çıkmıştı.
"Başkomser Nevzat – Davulcu Davut'u Kim Öldürdü" çizgi romanının konusu da Kuzguncuk'ta geçiyor. Dolayısıyla filmcileri fazla eleştiremem. Çünkü çizgi romanı hazırlarken ben de Kuzguncuk'u set olarak kullandım.
Ahmet Ümit çizgi romanın konusunu bana verirken, "Aptül, öykü Kuzguncuk'ta geçiyor." Deyince bir anda heyecanlandım. Tabii biraz da rahatladım. Çizerken çevredeki insanlar, mekanlar da konuya girdi. Hatta kitabı okuyan insanlar Kuzguncuk'a geldiğinde mekanları veya kişileri görünce asıl isimleriyle değil, kitaptaki isimleriyle hitap ediyorlar. Konunun yaşadığım semtte geçmesi benim bir açıdan daha önemliydi. Konu her ne kadar Başkomser Nevzat'ın bir cinayeti soruşturması olsa da mekan Kuzguncuk olunca İstanbul'un kaybolan güzelliklerini vurgulayabilmemi de sağladı.
Aptülika takipçililerine verebileceğimiz sürpriz bir bilgi ya da çalışma haberi varsa onunla kapatmak istiyorum izninizle….
"Başkomser Nevzat , Davulcu Davut'u Kim Öldürdü" çizgi romanı uzun bir aradan sonra okuyucu ile bir buluşma oldu. Bundan önceki süreçte insanlar bana 15 yıl önceki çalışmalarımla geliyorlardı. Açıkcası son iki, üç yıldır da Üniversitelerin "Bahar Şenlikleri"ne gelen konuşma davetlerini de reddetmeye başlamıştım. Çünkü yeni yaptıklarım bilinmiyordu. Şimdi yeni yaptıklarım üzerine konuşabileceğim. Başkomser Nevzat" dizisi bundan sonra da çizgi roman olarak devam etmesi planlanıyor. Yanı sıra başka çizgi roman projeleri de kafamda oluşmaya başladı. Karikatüre gelince geçtiğimiz yıl Cumhuriyet gazetesinin içinde yer alan bir mizah sayfasında çizdiğim bol figürlü, geniş mekanlı, panoromik işleri devam ettirmek istiyorum. Bu mizah sayfası bir yıl önce son bulmuştu. Ben bu işleri devam ettirmek istiyorum artık bir dergi mi olur ya da kitap olarak mı yayınlarım, onu bilemiyorum. Vakit bulabilirsem internet sitemi de tekrar yayına geçirebilmek istiyorum. Yani yapacak çok iş var. Bu arada radyo programımda devam ediyor, 4. yılına girmiş bulunuyor ve çok keyif alarak hazırlıyorum..