Anthony
Hopkins'in başrolde oynadığı 1999 yapımı
Instinct / İçgüdü filmi cevabı belirsiz o soruyu hatırlatıyordu: 'Vahşi' olarak tanımladığımız hayvanlar ne kadar vahşi? 'Vahşi hayvanlarla' insanlar arasında farklı bir arkadaşlık ilişkisi kurulabilir mi? Son derece sürükleyici olan filmde, doğal ve medeni yaşamlar arasındaki çelişkiler ve bu ikisinin birbirine uyum sağlayıp sağlayamayacağı sorgulanıyordu. Günümüzde 'vahşi' ve 'medeni' olarak tanımlanmış bu hayatlar neredeyse bütünüyle birbirinden ayrılmış görünüyor. İnsanlar kendilerini efendi olarak görüyor ve vahşi adını verdikleri dünyaya genellikle 'evcillleştirilebilirlik' kavramı çerçevesinde bakıyor. Bunun da sınırları var. Evimizde ve çevresinde köpek, kedi, kuş gibi hayvanlar besleyip onlarla dostluk kuruyoruz. Peki neden bir aslanla ya da ayıyla arkadaşlık kurmak aklımıza gelmiyor? Bunun mümkün olamayacağını mı düşünüyoruz?
KENYA'DAKİ KIRIK KALPLER
Aslında mümkün. Geçtiğimiz hafta İngiltere'de yayımlanan iki gazete bu konuyla ilgili iki yaşanmış hikayeyi gündeme getirdi. Hikayelerin kahramanları insanlar, bir aslan ve bir ayı yavrusu. 28 Mayıs 2011 tarihli
The Guardian'ın
Travel ekinde yayımlanan ilk hikaye, Londra'da başlayıp Kenya'daki Kora Ulusal Parkı'nda bitiyor. 1969 Londrası... İki kafadar, John Rendall ve Anthony Bourke, egzotik hayvanların satıldığı bir dükkanda şirin mi şirin bir aslan yavrusuyla karşılaşır. İlk görüşte aşk başlar. Onu satın alıp yaşadıkları apartmana getirirler.
İncil'deki bir hikayeden esinlenerek Christian adını verdikleri bu aslan parçası kısa sürede onların hayatlarının ayrılmaz bir parçası haline gelir. İşlettikleri mobilya dükkanında onlarla birlikte takılır, onlarla birlikte restorana gidip biftek yer, gittikleri muhteşem partilere onlarla birlikte katılır, üstü açık arabalarının arka koltuğuna yerleşip onlarla birlikte seyahate çıkar. Boş zamanlarında mobilya dükkanının karşısındaki kilisenin bahçesine gidip mahallenin çocuklarıyla oynar. Bir yıldan fazla süren bu mutlu birliktelik, ikilinin Christian'la birlikte gittikleri Kenya'da iyi bir amaç için bozulur. Rendall ve Bourke, Nairobi'de doğal yaşam koruyucusu George Adamson'la tanışır. Aynı vesileyle Christian da Adamson tarafından kurulan doğal yaşam parkıyla... Başlangıçta nazlansa da oraya ait olduğunu hissetmesi uzun sürmez. Rendall ve Bourke kırık kalplerinin bir parçasını Kenya'da bırakmak pahasına da olsa Londra'ya yalnız dönerler. O yıl yani 1971 de yazdıkları
A Lion Called Christian adlı kitap listeleri hızla tırmanır ve çok satar.
ESKİ SAHİPLERİNE KOŞTU
Aradan bir yıl geçtikten sonra, 1972 yılında, Rendall ve Bourke, Christian'a ne olduğunu görmek üzere Kenya'ya döner. Varışlarının üçüncü gününde, akşam yemeği yerlerken sanki kokularını almışçasına Christian ortaya çıkıverir. Koşarak eski sahiplerine sarılır. Yere yatırıp onları öper. Yemek yedikleri masada zıplar, hatta artık kocaman bir aslan olduğuna aldırmaksızın aynı eski günlerdeki gibi onların kucağına oturur. Christian, Rendall ve Bourke'u unutmamış, onlara karşı hissettiği sevgi azalmamıştır. Dokuz gün boyunca yanlarında kalıp, onlarla zaman geçirir. Bu dokuz gün eski dostluğa gösterilen saygının bir ifadesidir ama Christian'a ait olduğu asıl yeri unutturmaz. Nihayet yavrularını da alarak geldiği yere geri döner. Rendall ve Bourke'un eski dostlarıyla buluşmasını anlatan bu hikayenin gerçek görüntülerden oluşan belgeseli geçtiğimiz yıl Youtube'da yayınlandı ve bir yıl içerisinde milyonlarca kişi tarafından izlendi. Yapımcılara da ilham veren hikaye şimdilerde Zac Efron'un oynayacağı bir Hollywood filmine dönüşmek üzere.
Cemal Gülas ve Datvi isimli ayısı
Geçtiğimiz yıllarda Türkiye'de de benzer bir olay yaşandı. Doğa fotoğrafçısı Cemal Gülas, 2006 yılında Kaçkar Dağları'nın eteklerinde bulduğu ve Datvi adını verdiği ayı yavrusunu evlat edindi. Olay medyanın gündemine geldikten sonra Datvi devlet tarafından Gülas'ın elinden alındı. Bütün bu olayların ortak noktaları 'vahşi' olarak tanımladığımız hayvanlarla insanlar arasında korkuya dayalı av-avcı ilişkisinden çok farklı dostlukların kurulabileceğini göstermiş olmaları. Yine de bu hayvanlarla dostluk kurarken titiz davranmak gerekir. Çünkü yaşadıkları doğal ortamlardan uzaklaştırmak o hayvanlara yapılabilecek büyük bir kötülük olur. Bu konudaki en güzel yaklaşımlardan birini ilk hikayedeki Christian'ı alıp dostluk kurduktan sonra onu özgürleştiren John Rendall sergiliyor. Yeni bir vahşi hayvan sahibi olmayı düşünüp düşünmediğini soran muhabire Rendall: "Asla," diyor. "Bu, uluslararası egzotik hayvan ticaretini cesaretlendiren bir davranış olur."
Ayrılık ölümden beter
29 Mayıs 2011 tarihli The Sunday Times'ın Culture ekinde yayımlanan ikinci hikayenin kahramanları ne yazık ki birinciler kadar şanslı değil. Berlin Hayvanat Bahçesi'nde doğan, annesi tarafından dışlanan ve kendisiyle aynı zamanda doğan iki kardeşini kaybeden yavru ayıya Knut adı verilir. Uzun tartışmalardan sonra Knut, doğal yaşama gönderilmek yerine hayvanat bahçesinde bırakılır ve şef ayı terbiyecisi Thomas Dörflin'in gözetimine verilir. Dörflin, Knut'u her iki saatte bir elindeki şişeyle besler. Annelerin diş çıkaran yavrularına yaptığı gibi Knut'un kendi parmaklarını emmesine izin verir, onunla oyunlar oynar, aylar boyunca hayvanat bahçesinde onunla birlikte uyur. Hatta yavrusuna ninni söyleyen bir anne gibi Dörflin, Knut'u uyutmak için elinde gitarı ona Elvis şarkıları mırıldanır. Knut'la Dörflin arasında gelişen bu dostluk dünya çapında bir ilginin odağı olur. Knut'un ilk halka açık gösterisine 100 kamera ve 500 muhabir katılır. Görüntüler tüm dünyadaki izleyicileri hayrete düşürür. Knut'la Dörflin şakacıktan güreşmekte, Dörflin, Knut'un sırtını kaşımakta, ikisi birlikte aynı hareketleri yaparak yüzmektedir. Ayı yavrusu, küçük bir evcil hayvan gibi yetiştiricisinin çevresinde dolanmaktadır. Knut'la Dörflin'in birlikte yaptıkları bu gösteri o kadar çok ilgi görür ki Berlin Hayvanat Bahçesi 163 yıllık tarihinin en kârlı dönemini geçirir. Knutmania başlar. Ne yazık ki bu mutlu hikaye de uzun sürmez. Berlin Hayvanat Bahçesi yetkilileri artık büyüdüğü ve gösterisini eskisi gibi sürdüremeyeceği gerekçesiyle Knut'la Dörflin'i birbirinden ayırır. Henüz iki yaşında olan Knut ikinci kez yetim kalır. Bu ayrılıktan kısa bir süre sonra iki dost da kendi hazin sonlarıyla karşılaşır. Dörflin, 2008'in eylül ayında geçirdiği kalp krizine yenik düşer. Her ne kadar ölüm sebebi resmi kayıtlara kalp krizi olarak geçmişse de bu ölümü Knut'tan ayrılmasına yoran hayranları olur. Üzücü olan şudur ki aradan altı ay bile geçmeden, 19 Mart 2009'da, Knut bir gösterisi sırasında sırtüstü düştüğü havuzda boğularak ölür. İkilinin hayranları Knut'un ölüm nedeni konusundaki açıklamaları da tatmin edici bulmaz. Bu ölümü dostu Dörflin'den ayrılmasının yol açtığı depresyona bağlı bir intihar olarak yorumlarlar. Kim haklı bilmiyoruz.