'Eski dünya'nın girişimci ruhlu, haris insanlarının, bakir 'yeni dünya' topraklarında çoğalıp kolonileşmesini anlatan Terrence Malick imzalı
The New World adlı filmde izleyiciye, hegemonya kurmanın püf noktasını gösteren bir aşk hikâyesi vardır.
Kızılderili kabile reisinin kızı Pocahontas ile İngiliz kâşif John Smith'in birbirlerine olan sevgisinin anlatıldığı bu hikâyenin (ki gerçek bir hikâyedir) bize söylediği şudur:
Eğer sadece fethetmek değil, yerleşmek ve büyümek istiyorsan gelişmiş silahlarla, kaba kuvvetle iktidarı elde edemeyeceğini bilmeli ve yerleşmek istediğin topraklara sözle, silah niyetine de en fazla Eros'un okuyla, yani sevgiyle gitmelisin.
Amerika Birleşik Devletleri'ni yaratan ilk göçmenlerin, 'yeni dünya'ya barbarlıkla yerleştikleri, sonrasında ülkenin iç savaşlardan ve 'Vahşi Batı' deneyiminden süzülerek bugünlere geldiği malum. Ama çok sonra, ülke büyüdükçe ve 20. yüzyılın başından -Wilson devrinden beri- 'eski dünya'ya da hâkim olmaya başladıkça ülke içinde her farklılığı kucaklayan bir barış/sevgi ikliminin kısmen de olsa yaratıldığı görülüyor.
Üç Boyutlu Portre'nin bu haftaki konuğu 44. ABD Başkanı Barack Hüseyin Obama; işte bu büyüme, daha doğrusu gücü elinde tutmayı sürdürme stratejisinin son uygulayıcısı. Bunu, eskiden 'nigger' (zenci) denilerek aşağılanan bir ırkın mensubu, bir Afrikalı-Amerikalı ve üstelik de ataları Müslüman biri olarak yapıyor.
BABASI KENYALI BİR MÜSLÜMAN
Obama Honulululu. (Söylemesi şöyle dursun, yazması bile zor bir kelime.) Hawaii'nin başkenti olan bu şehirde Kapiolani Tıp Merkezi'nde dünyaya gelmiş. Babası Barack Obama, Kenya'da doğmuş, büyümüş ve eğitim için ABD'ye gelmiş Afrikalı bir Müslüman'dı. Obama, Kansaslı olan anne Ann Dunham'la 1960 yılında Hawaii'de tanıştı. Şubat 1961'de evlendiler. Altı ay sonra, 4 Ağustos 1961'de Obama doğdu. Yani evlendiklerinde bayan Dunham üç aylık hamileydi. Geleceğin ABD Başkanı'nın dünyaya gelmesine vesile olan bu verimli evlilik, kültür farkından mı yoksa başka bir sebepten mi bilinmez, fazla uzun sürmedi. Çift, Obama henüz 2,5 yaşında iken boşandı. Baba Barack Obama önce Harvard Üniversitesi'nde doktora yaptı, sonra Kenya'ya döndü. 1982'de Nairobi'de bir trafik kazasında ölene kadar da oğlunu yalnızca bir kere, 1971 yılında gördü.
Anne ise ikinci evliliğini yine bir Müslüman yabancı öğrenciyle, Endonezyalı Lolo Soetoro ile yaptı. Obama ilkokulu üvey babasının memleketinde, Endonezya'nın başkenti Cakarta'da okudu. Sonra Honolulu'ya döndü ve 1979 yılında liseyi bitirene kadar anneannesi ve dedesiyle yaşadı. Anne, 1995 yılında yumurtalık kanserinden öldü. Ailesinin yegâne çocuğu olan Obama'nın anne tarafından 1 üvey kardeşi, baba tarafından ise 7 üvey kardeşi var.
Obama, liseden sonra Los Angeles'ta Occidental College'da iki yıl eğitim gördü. Ardından New York'taki Columbia Üniversitesi'ne girdi. Burada Siyasal Bilimler okudu. Bu okuldan mezun olduktan sonra 1988 yılında Harvard Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne girdi. Bu üniversitenin prestijli dergisi 'Harvard Law Review' adlı derginin yazı işleri müdürlüğünü yapan ilk Afrikalı-Amerikalı oldu. Sovyetler Birliği'nin yıkıldığı sene, 1989'da kendisi gibi Harvard mezunu olan eşi Michelle Robinson'la tanıştı. Üç yıl sonra evlendiler, iki kızları oldu. Evliliklerinden yedi yıl sonra Obama, Illinois eyalet senatosuna seçildi. 2000 yılında ABD Temsilciler Meclisi'ne girmek için Demokrat Parti'den ön seçimlere katıldı, ama kazanamadı. 2004 senesinde ABD Senatosu'na yüzde 70 oy alarak girdi.
İYİ BİR HATİP
Obama'nın ülke ve dünya kamuoyunun ortak bilincinde iyi bir hatip ve siyasetçi olarak iz bırakmasına vesile olan olay, 2004 yılında ABD Başkanlık seçimleri sırasında Demokrat Parti kurultayında yaptığı konuşmaydı. Belli ki partisi, Obama'yı yakın gelecekteki başkan aday adayı olarak hazırlarken, hitabet yeteneğini göstermesi için onun kürsüye çıkmasını sağlamıştı.
Obama altı yıllık senatörlük sürecinden sonra 10 Şubat 2007'de, 2008 ABD Başkanlık seçimleri için adaylığını koyduğunu açıkladı. Ve oyların yüzde 52'sini alarak başkan seçildi. Ocak 2009'da görevi, ülkesinde ve dünyada pek sevilmeyen selefi George W. Bush'tan aldı. Başkan aday adayı olarak Demokrat Parti'de rakibi olan Hillary Clinton'ı, seçildikten sonra Dışişleri Bakanı yaptı. Irak'taki Amerikan askerlerini peyderpey çekti ve Bush'un başlattığı savaşı bitirdi. Libya müdahalesine onay verse de selefine göre çok daha barış yanlısı bir görüntü verdiği için 9 Ekim 2009'da Nobel Barış Ödülü'nü kazandı. İsveç Akademisi, Obama'nın ödülü alma gerekçesini, "Uluslararası diplomasiyi geliştirmek ve milletler arasındaki işbirliğini artırmak için olağanüstü çaba sarfetmek" sözleriyle açıkladı.
Obama, Türkiye ile ilişkilere son derece önem veren bir lider. Öyle ki, başkan seçildikten sonra ilk yurtdışı seyahatini, Türkiye'ye gelerek gerçekleştirdi, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde (TBMM) konuşma yaptı. O konuşmada Atatürk'ü şu sözlerle anlattı:
"Kendisi tarihin şeklini değiştiren bir liderdir. Ama Atatürk'ün yaşamına ait en büyük anıt, hiçbir şekilde taştan ya da mermerden inşa edilemez. Kendisinin bıraktığı en büyük miras, Türkiye'nin canlı, laik demokrasisidir. Ve bu Meclis de bunun devamını sağlamaktadır bugün."
Obama yönetiminin Türkiye ile ilişkileri iyi başladı ve sürekli gelişti. Arap Baharı sürecinde Türkiye'nin 'seküler Müslüman' bir ülke olarak diğer İslam ülkelerine model olması bu işbirliğini daha da güçlendirdi. Öyle ki, şu sıralar Obama'nın dünyada en sık görüştüğü liderlerden biri Başbakan Recep Tayyip Erdoğan.
SOSYAL MEDYADA OBAMA AÇIK ARA ÖNDE
ABD'de başkanlık seçimleri 6 Kasım Salı günü yapılacak. Illinois bölgesinden Barack Obama Demokrat Parti'nin, Massachusetts bölgesinden Mitt Romney ise Cumhuriyetçi Parti'nin adayı. ABD başkanlık seçimleri toplam oy oranına göre değil, 'seçim koleji' denilen bir sisteme göre yapılıyor. Buna göre her eyalet, seçimden sonra toplanan bir kurula nüfusuyla orantılı sayıda üye gönderiyor. Bu üyelerin verdiği oyların sonucu da ABD Başkanı'nın kim olduğunu belirliyor.
Obama, kendi partisinden olan başkan aday adayları Randall Terry, Darcy Richardson, Bob Ely ve John Wolfe'u eleyerek geldi. Romney ise Cumhuriyetçi Ron Paul, Newt Gingrich, Rick Santorum, Buddy Roemer, Rick Perry, Jon Huntsman, Michele Bachmann, Gary Johnson, Herman Cain, Thaddeus McCotter ve Tim Pawlenty adlı rakiplerini geçerek başkan adayı oldu.
Ekonomi, 2008 seçimleri gibi 2012 seçimlerinde de 'seçmen tercihi'ni belirleyecek ilk faktör olacak. Bu durum Obama'nın şansını artırıyor. Obama, Twitter hesabında iş sahası yaratmak ve ekonomiyi büyütmek konusunda planlarının olduğunu açıklarken, Romney'in bu konuda hiçbir planının olmadığını söylüyor. Eğer seçimler sosyal medyada olsaydı Obama, Mitt Romney'i dozer gibi ezerek yeniden ABD Başkanı seçilirdi. Zira Romney'in, Twitter'da bu yazının yazıldığı gün itibarıyla yalnızca 1 milyon 486 binin üzerinde takipçisi varken, Obama'nın 21 milyon 72 bin takipçisi bulunuyordu. Obama'nın takipçilerinin bir kısmının, belki de kahir ekseriyetinin ABD vatandaşı değil, başka ülkelerin vatandaşı olduğunu tahmin etmek zor değil.
'DÜNYA VATANDAŞLARI' OBAMA'YI İSTİYOR
Obama ile Romney sosyal medyanın yanı sıra konvansiyonel medyada da karşı karşıya geldi. Geçtiğimiz günlerde CNN'de canlı yayına çıkan ikiliden kamuoyu yoklamalarına göre üstünlük sağlayan Obama oldu. Obama, seçim sürecinde iki alanda rakibine üstünlük sağlamış durumda:
Canlı yayın performansı (CNN'in anketine göre Obama yüzde 46, Romney yüzde 39 münazara notu aldı) ve seçim kampanyasındaki bağış miktarında (Obama'ya 1981, Romney'e 170 milyon dolar bağış yapılmış) Obama önde. Anketlerde ise durum sürekli değişiyor. Bazen Obama, bazen Romney öne geçiyor. Reuters'e göre ise ikili yüzde 45'er oyla başa baş gidiyor.
Obama'nın küresel desteği ise ulusal desteğe göre çok daha fazla. Otuz iki ülkede yapılan araştırmada Obama'nın seçilmesini isteyenlerin oranı yüzde 81 olarak çıkarken, Romney yüzde 19'da kaldı. Türkiye'de Obama'yı destekleyenlerin oranı ise yüzde 94. Sonuç olarak ABD seçimlerine, tüm dünya halkları katılsaydı (Bunun böyle olması gerektiğini savunanlar da var) Obama açık ara kazanırdı.
Bu üstünlükten olsa gerek, anti-Obama cephesinde yer alanlar, geçtiğimiz günlerde Obama'nın yüzüğünde 'La İlahe İllallah' yazdığını öne süren haberler yaptırdılar. Obama'nın, alelade bir Amerikalı'ya göre İslamiyet'le daha barışık biri olduğu aşikâr. Ancak bu, Müslüman olduğu anlamına gelmez. Obama, kendisini küçük yaşta terk eden öz babasının ve üvey babasının dini inançlarını benimsemek yerine Protestanlığı seçti.
HEM SİYAH, HEM BEYAZ
Bir önceki yazımızda Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'i bir 'derin devlet projesi' olarak nitelendirmiştik. Putin, Rus toplumunun ve devlet geleneğinin sert yapısına uygun bir kişilik ve kariyer öyküsüne sahip. Derin devlet değil, ama devlet projesi olarak nitelendirilebilecek olan Obama ise günümüzün ABD'sinin ve dünyasının ihtiyaçlarına cevap verebilecek profilde bir lider. Siyahi ve ataları Müslüman. Beyaz Amerikalıların arasında, ABD sisteminin besleyici damarlarından olan Harvard Üniversitesi'nde okumuş.
Obama, dokuz gün sonra yeni ABD Başkanı'nı seçmek üzere sandığa gidecek Amerikan seçmeninin yarısının ve aynı zamanda -diğer seçeneğin Romney olduğu düşünülürse- dünya nüfusunun çoğunun desteğini alan bir lider.
ABD, kendi hegemonyasını sürdürmek ve dünyaya hükmetmek istiyorsa bunu Mitt Romney ile değil, Barack Obama eliyle yapabileceğini biliyor. Bu yüzden ABD'de 'devlet bilinci'nin 'Yine, yeniden Obama!' dediğini kestirmek mümkün. Seçmen de ülkeyi yöneten üst aklın Obama'dan yana olduğunu hisseder ve bunun da doğruluğuna ikna olursa dünya, 2. Obama devrine girebilir.
Amerika başlangıçtaki gibi bir koloni ya da kabile devleti değil. Obama da ataları gibi bir kabile reisi değil. Bununla birlikte Kızılderilileri boyunduruk altına alarak kolonileşen insanların kurduğu bir ülkenin siyahi başkanı olarak sadece ülkesini değil, dünyayı da bir 'neo-reis' gibi yönetiyor. Ve kim bilir, bir bunalım dönemi yaşayan dünyanın da 'vicdanlı bir reis'e ihtiyacı vardır.