Dün İstanbul'da yaşanan bir bayram değildi. Bir kutlama değildi. Bir kaos, bir kavga, bir savaştı. Bu savaşın taraflarının taş atmak üzere olan bir gencin ya da polis gazıyla fenalaşmış bir kadının fotoğraflarıyla nasıl durdukları tarafı meşrulaştırdıklarını gördük gün boyu. 'Taksim bizim aşkımız!','Taksim bizim namusumuz', 'Taksimsiz 1 Mayıs olmaz' diyenler de, polisin olağanüstü tedbirlerle uçan kuşa tazyikli su veya gaz sıkma politikasını olumlayanlar benzer bir şey yapıyorlardı, ruhsuz, bencil, umursamaz bir dil kullanıyorlardı.
Dün 1 Mayıs şarkısı olarak bol bol 'Taksim' çalındı kulağımıza. Hükümetin Taksim yasağının altında komünizm korkusu yattığını iddia eden bir yazar çizer tayfası bile vardı. Bu tayfaya göre Taksim'de hükümet karşıtı olanlar gazla terbiye edilmeye çalışılıyorlardı; bayram havasında geçecek olan bir 1 Mayıs 'işçi düşmanı' hükümet tarafından sabote ediliyordu. Sanki 1 Mayıs'a dair hepimizin kafasında çok güzel resimler birikmiş de hükümet bu bayram havasını tarumar ediyormuş gibi…
Halbuki 1 Mayıs kutlamalarının tarihçesi yasaklarla dolu Türkiye'de. İlk kutlamalar Osmanlı'nın son dönemine dayanırken, ilk yasak 1924 yılına yani Atatürk dönemine ait. 1924'te tüm kitlesel 1 Mayıs gösterileri yasaklanmış. 1 yıl sonra ise bizzat 1 Mayıs'ı bayram olarak kutlamak dahi yasak katagorisine sokulmuş. Tabii 1 Mayıs'ın 1935 yılında 'Bahar ve Çiçek Bayramı' olarak ilanına kadar.
Sonrasında ise her 1 Mayıs hükümete, havadaki değişimlere göre alınan kararlarla devam etmiş. Yani tarihçe yasaklamalar, tekrar özgür bırakmalar, yasaklamalar, yine yasaklamalar, sınırlı kutlamalarla dolu. En nihayetinde 1 Mayıs'in 'Bahar ve Çiçek' bayramından 'Emek ve Dayanışma Günü'ne terfisi ve resmi tatil olarak ilan edilmesi ise çok eskiye değil, 2008 yılına; sol değil, bir sağ parti iktidarına dayanıyor.
1 Mayıs kutlamalarından geriye kalan polis-sivil çatışmasını son 3 senedir meydanlarda görmüyorduk. Zira 2010 yılından beri 1 Mayıslar sorunsuz olarak Taksim'de kutlanıyordu, bu yıl İstanbul dışındaki her yerde kutlandığı gibi. Peki bu yıl ne oldu, adının 'inatlaşma' konulduğu fotoğraf neden bu yıl ortaya çıktı?
Bu yıl, 3 sene sonra ilk kez Taksim göstericiler için tehlike arz ettiği gerekçesiyle kutlamalar için uygun görülmedi. Alanda 30 metrelik çukurların olduğunu açıkladı yetkili ağızlar. En ufak bir hareketlenmede bunun büyük bir tehlike arz edebileceğini ve böyle bir riskin alınamayacağını. Başbakan bizzat kendisi Taksim'e çelenk koyulabileceğini, anma yapılabileceğini, ama mitingin bir başka alanda yapılması gerektiği ifade etti. Vali ve İl Emniyet Müdürü 'çok yoğun güvenlik tedbiri almak suretiyle miting alanına gelişlerin tamamını durduracağız' şeklinde bir açıklama yaptı. Malesef 'çok yoğun güvenlik tedbirini'nin altyazısı hepimizin malumu. 'Ben bu kadar söylüyorum, gerisini anlayın' mesajı…
Polis dediğini yaptı, sendikalar da. Polis şiddetinin neredeyse normalleştiği günleri üstümüzden atmaya çalışırken hepimiz tekrar sarsıldık, suçu birbirimize attık, nihayetinde utanç dolu bir 1 Mayıs daha geride bıraktık. Kimse bir dönem sonra CHP'den milletvekili olmayı bekleyen sendika başkanlarından hükümetle uzlaşmasını beklemiyordu elbette. Ama vicdan var, izan var, akıl var, mantık var. Her 1 Mayıs'i adeta hükümet karşıtı bir şova, bir savaşa dönüştürme mücadelesi veren
sendikalardan 'Emekçilere saygı' safsatasını dinlemek açmıyor artık.
DİSK Başkanı inşaat halinde bir yerde eylem yapılmasına izin verilmemesini 'siyasi bir karar' olarak değerlendiyor. Hükümetin bu kararı 'siyasi'(!) ama polis şiddetinin kurbanı, kafasına gaz bombası isabet eden 17 yasındaki Dilan'ın hayat mücadelesi verdiği dakikalarda 'Taşlı yoldaşları' ön saflara çağırıp tansiyonu tırmandırmak isteyenler 'siyasi' değil; bu bir bayram, bir şenlik, bir kutlama metodu... Öyle mi?
@PINARAKYASAN