Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HAŞMET BABAOĞLU

İğde ağacının gölgesinde

"Kendi seçtiğimiz yalanlar üzerine kurulu hayatlar yaşıyoruz."
Bakkaldan aldığım turuncu yazan tükenmez kalemimle sanırım ilk olarak bu cümlenin altını çizmiştim.
Yoksa çok daha ilerideki "insan en çok yaraladıklarını sever" cümlesi miydi?
Tam hatırlayamıyorum.
Ama kavun iskelesinin yanı başındaki kumsalda gölgesine sığındığım iğde ağacı çok net gözlerimin önünde.
Kumun üzerine serdiğim soluk mavi Buldan bezini de hatırlıyorum.
Ucuz bir pansiyon odasında geçen uykusuz gecenin sonunda İskenderiye Dörtlüsü'nün birinci cildi "Justine" bitmişti.
Şimdi iğde gölgesinde ikinci cilde başlamıştım; "Balthazar"a.
Arkamdaki tepeden denize doğru esen rüzgâr kekik kokuları taşıyordu.
Deniz birkaç saat sonra gümüşlenmeye başlayacaktı.
Herkes denizdeydi, ben Durrell'ın büyülü dünyasındaydım.
"Su çok güzel, gelsene!" diyenler bir süre sonra çağırmaktan vazgeçmişti.
Ne çok zaman geçti üstünden!
80'lerin ortasındaydık.
Ansiklopedilere telif maddeler yazıp kazandığımız üç beş kuruşu biriktirmiş ve Bodrum'un o sessiz, sakin kıyısına kaçmıştık.
Orada tanıştığım Lawrence Durrell ve İskenderiye Dörtlüsü, neden bilmem, bir daha asla hayatımdan çıkmayacaktı.
Defalarca okuyacaktım. Hatta bazen son cildin son sayfasından, bazen sayfaları arasından fal tutup açtığım yerden başlayarak...

***

Dün instagram'da bir arkadaşımın o kıyıda çektiği fotoğrafı gördüm.
Fotoğrafın altına şu notu düşmüştü: "Bu köyde Durrell'ı tekrar tekrar okumak hem iyileştiriyor hem de acıtıyor."
Bu sözler zihnimdeki "zaman tüneli"ni harekete geçirdi. Gençlik günlerime, yukarıda anlattığım o güzel yaza geri döndüm.
Sonra kalktım, kitaplıkta "Balthazar"ı buldum.
Sayfalarını karıştırmaya başladım. Bir mercan denizinde başım suyun içinde, gözlerim açık yüzer gibi...
Baktım, kahramanlar akrabam olmuş. Mekânlar nasıl da tanıdık.
Tabii artık o parıltılı, o pek iddialı cümlelere takılmıyorum.
Şimdilerde yalın tasvirler, keskin saptamalar çekiyor beni.
Mesela az önce "Hâlâ kucakta duran eller, alçak ses, gerçek gücün belirtisi olan çekingenlik" cümlesine vuruldum.
Bir de şuna: "Mum ışığında iki adam, aynı aileden değilse bile, aynı yaşta görünüyorlardı."
***

Bu pek kişisel yazıyı daha fazla uzatmayayım.
Fakat şunu söylememe izin verin...
Kendimizle dertleşeceğimiz çok şey var; sırlar, sıradanlıklar, sırada bekleyen pişmanlıklar, yaralar, yararsız hatıralar, hakkı verilmemiş hayaller, vd.
O yüzden işte ara sıra güncelden, hatta günün bütün yükümlülüklerinden azıcık kopup roman okumakta fayda var.
Neden mi? Bana sorarsanız, insanın içinden (kendisiyle) konuşmasının en hakiki ve samimi yolu roman okumaktır.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA