Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ÖNCEL ÖZİÇER

Nasıl çağırdıysam, geldi!

Çok mutluyum, bugün en sevdiğim konulardan birinden söz edeceğim size:
Patates!
Evet, evet sayın okur; bildiğin patates.
Son zamanlarda beğenilmeyen ürün ve insanlar için gençlerin "Bırak abi yaa... O işe yaramaz; bildiğin patates!" demesine ne kadar alındığımı da öncelikle belirtmek isterim! Çünkü o benim yemek zevkimin merkezi, mutfağımın paşalar paşasıdır.

KENDİNİ MAHRUM ETMİŞ
Paşa demişken; Osmanlı'nın, o canım Osmanlı mutfağının bu lezzetten kendini mahrum etmesi çok acıklı değil mi yahu?
O muhteşem sarı yumrular; Güney Amerika'dan Osmanlı'ya gelene kadar neredeyse Osmanlı yıkılacakmış.
Osmanlı mutfağı bu, her yola gelen patlıcangilden kendini mahrum bırakmış.
Patlıcangil demişken; bildiğim kadarıyla patlıcan (en sevdiğim adı badılcan) ve domates de (yani domat da) saray mutfağına İstanbul'un fethinden çok sonra girmiş.
Oysa dediğim gibi; her tür yemeğe uyum sağlar o sarı yuvarlak kökler.
Bitkisi zehirli, kendisi her derde deva.
Hiç de bile şişmanlatmaz ayrıca!
Olsam, ben tostoparlak olurdum.
En irisinin tanesi 80-90 kalori. Ne olacak yani?

RESMEN BENİ YEMLEDİ!
İki sene önce aşık olduğu adamın peşinden Kanada'ya yerleşen bir kız arkadaşım var benim. "İzmir'i bırakıp o soğuk ve fazla sakin memlekete nasıl gidersin?" diye hep yüzüne söylendiğim...
Gittiğinden beri beni yanına çağırır, ben de "Ne işim var o kutuplara komşu yerde?" der dururum.
Ama benim patates sevdamı bilen bu arkadaş, ki adı Berna'dır kendisinin, geçen sene bana bir fotoğraf yolladı; çocuk kandırır gibi "Bak ama burada ne varrr!" diyerek.
Resmen beni 'yemledi'. Çünkü o fotoğrafta koca bir kase dolusu kızarmış patates ve ortasında soslu moslu bir et yığını vardı.
Oruçlu okurlarımdan gerçekten çok özür dilerim ama görüntü gerçekten şahaneydi.
Size yemin ederim; iyi yapılmış bir içli köfte için buradan memleketin en ucuna gitmeye hiç üşenmeyen ben, o fotoğrafı gördüğüm günden beri Kanada yollarını aşındırmayı hayal ettim.

KANADA'DAN ÇAĞIRDIM
Fakat işte temiz kalpli olmak böyle bir şey.
Alaçatı'ya tatile gelen yeni evli kuzenim bana hem yeni doğacak bebişinin müjdesini, hem de kocasının yeni girdiği iş yerinin adını verince; sevinçten havaya zıpladım: New York Fries! "Ay bu benim pattisçiii!" diye bağırdım.
Allah'ım sana şükürler olsun ki patates gibi küçücük bir şey bile beni mutluluktan havaya uçurabiliyor. Şimdilik sadece İstanbul'da şubeleri olacakmış ama ben düşüne düşüne taa Kanada'dan buraya çağırdığım firmayı eminim biraz daha sıkı düşünerek İzmir'e getirtebilirim. 'Sen manyak mısın, ne bu sevinç?' derseniz, size; Frank McCourt'un Pulitzer Ödüllü 'Angela'nın Külleri'ni okurken, kitapta her fish&chips muhabbeti geçtiğinde gece yarısı hiç üşenmeden kalkıp patates kızarttığımı, püre yaptığımı söylemem yeterli olur sanırım.
Gerçi Orhan Kemal okurken de pamuk tarlalarında her 'tereyağında bulgur aşı' pişirildiğinde kalkar acılı bulgur pilavı pişirirdim.
Seviyorum abicim yemek yapmayı, yemeyi; ne yapalım yani?
Ama en çok da aşkım patatesi!



Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA