Türkiye'nin en iyi haber sitesi
M. ŞÜKRÜ HANİOĞLU

Sürecin süreci

Otuz yıl devam eden düşük yoğunluklu iç savaş sonrasında iktidar, "süreç" adını verdiği bir çözüm programı uygulama kararı aldı. 2005'te ilk işaretleri verilerek dört sene sonra uygulamaya konulmaya çalışılan benzeri bir program daha rüşeym halinde iken durdurularak yeniden eski koşullara dönülmüştü.
Alınan dersler ışığında bu kez nispeten daha sağlam bir altyapıya dayandırılan, aktörleri daha somut bir "süreç" başlatıldı.
Bu girişim bir evvelkinden farklı olarak çatışmayı hatırı sayılır bir süre için durdurmaya muvaffak oldu. Bu önemli bir başarıdır. Sıklıkla vurgulandığı gibi uzun süren düşük yoğunluklu çatışma nedeniyle on binlerce vatandaşımızın hayatını kaybettiği bir toplumda "çatışmanın durması" kendi başına önemli bir gelişmedir.
Ancak, büyük resme baktığımızda, bu, "süreç" adı verilen programın ilk aşaması olmanın ötesinde bir anlam taşımamaktadır.
Çatışmanın durması, ona yol açan koşulların soğukkanlı biçimde tartışılması ve bunların yeni siyasetlerle ortadan kaldırılmasını sağlayacak bir başlangıç noktasıdır. Bu başlangıcı yapabilmiş olmak önemlidir.
Ancak çatışmanın durması "çözüm" değildir.

SÜRECİN SÜRESİ
On binlerce kişinin hayatına mâlolan bir çatışma sonrasında çözüme kısa sürede ulaşılamayacağı itiraz edilmesi zor bir gerçekliktir. Ancak ucu tamamen açık, son derece ağır işleyen ve varış noktası belirsiz bir süreç hem çözümü zorlaştırır, hem de istenmeden "çatışma"ya neden olan temel sorunların tahkimine neden olur.
Çatışmayı doğuran temel neden, Cumhuriyet sonrasında yaratılan toplum tasavvurunun toplumun bir bölümü tarafından reddedilmesi ve buna ulaşmak amacıyla uygulanan kimlik siyasetlerinin başarısızlığıdır. Söz konusu tasavvur toplumun bir kesimi tarafından benimsenmemiştir. Bu alanda gerektiğinde zor da kullanılarak uygulanan kimlik siyasetleri ise aynı kesimler tarafından "kimliksizleştirme" girişimleri olarak algılanmıştır.
Dolayısıyla "çözüm" için gerekli olan, bu alanda çatışmayı doğurmuş olan koşulların değiştirilmesidir. Somut olarak ifade edilmesi gerekirse Türkiye'nin demokratik yollarla yeni bir "ortak toplumsal tasavvur" ve yeni bir "biz" kavramsallaşması yaratması ve bunları hukukî güvenceler altına alması gereklidir.
Sürecin uzaması ve yeni bir toplumsal tasavvur yaratılması alanında ciddî adımlar atılmaması istenmeden de olsa çatışmaya neden olan koşulların tahkimine neden olmaktadır. Bir "ortak tasavvur"dan yoksun, farklı "tasavvur"lara sahip iki aktör arasındaki pazarlık tarafların "ortak olmayan" tasavvurlarını güçlendirmekle kalmayarak süreci birbirlerini "ötekileştiren"ler arasındaki bir "taviz-kazanım" pazarlığına dönüştürür.
Nitekim son günlerde yaşanan gelişmeler, ülkenin bir bölümünün otuz yıllık bir çatışmaya neden olmuş "eski tasavvur"a daha sıkı sarılmaya yöneldiğini diğer bölümünün ise "biz" ifadesini "ortak" değil, dar anlamda tanımlanan "ethnos" temelli farklı bir tasavvuru dile getirmek için kullanmaya başladığını ortaya koymaktadır.

"BİZ"İ YARATMAK ZORUNDAYIZ
Bu çerçevede değerlendirildiğinde "Âkil İnsanlar" girişimi ile başlatılan yeni bir tasavvur yaratılması ve bunun toplumun farklı kesimlerine sunulması girişiminin sürdürülememiş olması üzücüdür.
Türkiye'nin sorunu birbirini ötekileştiren iki kamp arasındaki pazarlığın neticelerinin bu çerçevede tavizler "verdiği"ni düşünen taraflara kabul ettirilmesi değildir. Böylesi bir pazarlığın neticesi ne olursa olsun, başka bir ifade ile "ne alınırsa alınsın" ya da "ne verilirse verilsin" çözüme ulaşılamaz.
Süreç bu şekilde başarıyla sonuçlandırılamaz.
Bu ana dillerini konuşma, kimliklerini ifade etme benzeri temel hakları inkâr edilmiş vatandaşlarımıza bunların iade edilmesinin gereksiz olduğu anlamına gelmez. Bunlar zaten demokratik bir toplumda pazarlık konusu edilemeyecek doğal haklardır. Olmayan bir "Türk Sorunu" çerçevesinde bunları pazarlık konusu haline getirmek yapılabilecek en büyük yanlışlardan birisi olur. Benzer şekilde "demokratikleşme" de bu sorunun dışında değerlendirilmelidir.
Dolayısıyla, son tahlilde, sorunumuz yeni bir "biz" yaratmaktır. Demokratik yollarla ve açık tartışmayla ulaşılacak, herkesin kendi olarak katılabileceği bu yeni "biz"i yaratamamamız durumunda sorunun çözülemeyeceğini belirtmek kehânet olmaz. Bu "biz"i yaratamamak, dar "biz" tanımları çerçevesinde "Öteki" ile pazarlık etmek eninde sonunda "çatışma"yı tekrar başlatır.
Bu "biz"in adının ne olacağı konusunda yoğun bir tartışmanın yaşanması doğaldır. Uzun yıllar her türlü farklılığı reddeden bir resmî ideolojinin "biz"in nasıl tanımlanacağını yukarıdan aşağıya dayattığı, tüm bireyleri bu dar çerçevede sosyalleştirmeye çalıştığı, buna ise yoğun "kimlik siyaseti" ile cevap verilmiş bir toplumda yeni bir "biz" ve onun "farklılıklarını koruyan" mensuplarının sahipleneceği bir "ortak tasavvur" yaratmak kolay değildir.
Ama tekrar edilmesi gerekirse, yapılması gereken "Öteki" ile "pazarlık" değil hepimizin kendimiz olarak katılabileceği bir "biz" yaratmaktır. Herkes böylesi bir "biz" kavramsallaştırmasının tek taraflı olarak yaratılamayacağının bilincinde olmalıdır.
Tarihimizi bir laboratuvar olarak kullanmamız durumunda bu alandaki en çarpıcı örnekleri bulmamız ve onlardan anlamlı dersler çıkartmamız mümkün olacaktır. 1878-1915 döneminde Ermeniler ile Osmanlı merkezi arasındaki ilişkiler, 1908 sonrasında gerçekleşen kısa süreli "biz" yaratma çabaları dışında, iki farklı tasavvur arasındaki "pazarlık" boyutundan çıkarılamamıştır.
Aynı yorumu Arnavutlar ile İstanbul arasındaki ilişkilerin 1878-1912 arasındaki evrimi için yapabilmek mümkündür. Bu örneklerin de gösterdiği gibi birbirlerini "Öteki"leştiren iki taraf arasında "taviz-kazanım" temelli pazarlıklarla neticeye varılması mümkün olamamaktadır.

SÜRECİN SONU
Türkiye'nin yoğun gündemindeki diğer tartışmalar "süreç" olarak adlandırılan alanın ikinci plana itilmesine neden olmamalıdır. Bu sorunu çözecek bir "ortak tasavvur"un yaratılması toplumumuzun öncelikli sorunudur. Bu gerçekleştirilemezse sürecin olumlu anlamda "sonu"nu görebilmemiz mümkün olmaz. Bu nedenle diğer tartışmalar ve seçimlerde "oy kaybetme" benzeri endişeler siyasetin tüm gücüyle bu sorun üzerine yoğunlaşmasını engellememelidir.
Süreç uzadıkça ve "pazarlık" boyutunun dışına çıkamadıkça "çatışma"nın geri gelebileceği unutulmamalıdır. Bu ise Türkiye için şüphesiz gerçek bir felâket senaryosu olur.

Çatışmanın durması "çözüm" değildir. Çözüm yeni bir "biz" kavramsallaşması yaratmaktır. Bu ise tek taraflı olarak gerçekleştirilemez

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA