Türkiye'nin en iyi haber sitesi
M. ŞÜKRÜ HANİOĞLU

"Sert mücadeleci çoğulculuk" kutuplaşmaya çözüm olabilir mi?

Temel toplumsal fay hatları etrafındaki çatışmayı durdurarak onları çoğulculuk içinde "sert mücadele"ye dönüştürebilen, siyaseti de toplumun katılımcılık çabalarına cevap verebilen bir Türkiye demokrasi alanında sınıf atlar

Siyasetimizin güncel gelişmeler tarafından belirlenen gündemi onun yapısal sorunlarının bir kenara bırakılmasına neden olmaktadır. Söz konusu sorunların en önemlilerinden birisi olan "kutuplaşma"nın nasıl önlenebileceği konusu da hararetli güncel siyaset münakaşaları arasında hakettiği ilgiyi görmemektedir.
Kutuplaşma ve onun doğurduğu "uzlaşamama" olgusu siyasetimizin gerçeklerinden birisidir. Bu nedenle siyasî mücadele derin fay hatları etrafında kazılan kırmızı çizgi siperlerini müdafaa biçimini almakta ve "çatışmacı" karakter kazanmaktadır.
Türkiye'nin iki temel toplumsal fay hattı olan "kimlik" ve "laiklik" etrafında süregelerek, uzlaşmanın yakınına bile yaklaşamayan çatışma şüphesiz bu konuda verilebilecek en çarpıcı örnekleri oluşturmaktadır.
Bu örneklerde de görüldüğü gibi kutuplaşmanın derinliği ve şiddeti "tartışarak uzlaşma" seçeneğini ortadan kaldırmaktadır. Bu nedenle, örneğin, "laiklik-din" kutuplaşmasının etkili olduğu Tunus'da karşılıklı tavizlerle uzlaşma sağlanabilirken, aynı konu üzerindeki fay hattının derinliği Türkiye'de tartışmanın kırmızı çizgi savunusu ötesine geçmesini önlemektedir.
Benzer şekilde geçtiğimiz aylarda "Âkil İnsanlar" heyetleri tarafından gerçekleştirilen toplantılar değişik toplumlarda tartışılarak üzerinde uzlaşmaya varılan "kimlik" sorununun Türkiye'de münakaşaya açılmasının ne denli zor olduğunu ortaya koymuştur.
Amy Gutmann benzeri siyaset bilimcilerin de vurguladıkları gibi "derin ahlâkî anlaşmazlıklar"ın da "müzakeresi" mümkündür. Ancak bunun temel koşulu tarafların tartışmanın "karşılıklılık" esasına dayanmasını kabûl etmeleridir.
Örneğin "kürtaj" konusunda böylesi bir karşılıklılığı reddeden Hıristiyan köktendinci gruplarla "müzakere" mümkün olamamaktadır. Toplumumuzdan verdiğimiz örneklerde de böylesi bir "karşılıklılığın reddi" durumu ya müzakereye başlamayı imkânsız kılmakta ya da onun ilerleyerek anlamlı bir neticeye ulaşmasına engel olmaktadır.

Sert mücadeleci çoğulculuk

Habermas'ın isim babalığını yaptığı "müzakereci (deliberative) demokrasi"nin hayata geçirilmesindeki zorluklara işaret eden değişik siyaset kuramcıları, "müzakere" aracılığıyla "tutku"ların azaltılması ve bunların "kamusal alan"ın dışına taşınması yaklaşımına karşı çıkmaktadır.
Onlara göre "müzakereci demokrasi"nin temel sorunu, rasyonelliğe atfettiği belirleyicilik nedeniyle, zımnen de olsa, güçlü "tutku"ların varlığını reddetmesidir. Chantal Mouffe'nin başını çektiği bu kuramcılara göre siyaset "birlik"i "ayrılık ve çatışma" bağlamında oluşturduğu için "Biz"i de "Ötekiler" kavramsallaşması üzerinden yaratmak zorundadır.
Bu nedenle de "siyaset"in amacı "biz-ötekiler" ayrımını müzakere yoluyla ortadan kaldırmak değil, onun "karakterini değiştirmek"tir. Söz konusu akademisyenlere göre "siyaset"in temel amacı "biz-ötekiler" farklılaşmasının "dışlanma"ya varmasını önleme ve onu çoğulculukla bağdaştırmaktır.
Siyaset bunu gerçekleştirebildiği ölçüde "Öteki"nin ortadan kaldırılması gerekli bir "düşman"a dönüştürülmesini önleyerek onu "yaşam hakkına sahip" bir rakip haline getirmektedir. Önemli olan bu yaklaşımı benimseyenlerin "rakip"i, liberal yaklaşımdaki gibi "eşit yarışmacı" olarak görmemesi ve siyasetin "zıddiyet"i ortadan kaldırmayı amaçlamamasının gerekliliğini savunmasıdır.
Bu çerçevede yaklaşıldığında siyaset de kalıcı dönüşümler vasıtasıyla ulaşılan "uzlaşmalar"ı değil, devam edecek çatışmalarda tavır değişikliği yaratmayı amaçlamaktadır.
Dolayısıyla "sert mücadelecilik" ve "zıddiyet"in varlığı demokrasiyi önlemek bir yana onun hayata geçirilmesini temin etmektedir. Modern demokrasi "çatışma"yı önlemeyi değil, onu "yasal sınırlara çekerek meşrulaştırmayı" amaçladığı için, böylesi mücadeleciliğin sürdürülmesi gerekmektedir.
Burada demokrasiden beklenen "düşmanlık"ı "mücadelecilik"e, "düşmanlar"ı "hasımlar"a, "çatışmayı" ise "sert mücadele"ye dönüştürmesidir.

Temel fay hatlarımız
Demokrasiyi "sert mücadeleci çoğulculuk" üzerinden şekillendirme yaklaşımı kuramsal düzeyde önemli tespitler yapmaktadır. Buna karşılık kendisini "müzakereci demokrasi"nin karşı tezi ve yegâne alternatifi olarak görmesi onun temel sorununu oluşturmaktadır.
Toplumlar, son tahlilde, her konuda "tutku dozu yüksek" kanaatler etrafında ikiye ayrılmamaktadır. Örneğin Türkiye'de "laiklik" ve "kimlik" konularında içselleştirilmiş böylesi "tutkular" dışında tartışmaya kapalı, "karşılıklılık"ın taraflarca reddedildiği pozisyonlar sınırlıdır. Bu iki konunun toplumda hatırı sayılır bir kutuplaşma yarattığı doğrudur. Buna karşılık diğer pek çok konuda herkese açık kamusal alanda müzakere sonucunda uzlaşma yaratılabilmesi mümkündür.
Bunun yanı sıra kutuplaşmanın önlenebilmesi için "müzakereci demokrasi" ile "sert mücadeleciliğe cevaz vererek onu sürdüren çoğulculuk" arasında çok sayıda karma yaklaşımın benimsenmesi de mümkündür.
Bu tespiti yaptıktan sonra, Türkiye'nin gerçek anlamda "tartışmaya" açamadığı iki büyük sorunu üzerinde kısa vâdede "uzlaşma"ya ulaşma gibi gerçekçi olmayan bir yaklaşım yerine, herkesin tutku ile bağlandığı pozisyonunu koruduğu bir mücadelenin sürdürülmesini hedeflemesinin anlamlı olduğunu belirtmek yararlı olur.
Bu aşamada hedef "çatışma"nın "uzlaşma"ya ulaşarak sona erdirilmesi değil, "yasal sınırlarda mücadeleye" dönüştürülmesi olmalıdır. Taraflara yönelik beklentinin de müzakereler aracılığıyla tutku ile benimsen yaklaşım biçimlerinin bir kenara bırakılması yerine onların yasal sınırlar içinde sürdürülmesine çekilmesi uygundur.
Türkiye yoğun kutuplaşma yaşadığı, çatıştığı ve müzakereyi başlatamadığı konularda "sert mücadeleci çoğulculuk" yaklaşımını kuramsal bir tercih ile değil, el yordamı ve olayların sürüklemesi ile benimsemiş durumdadır. Bunun neticesinde, farkında olunmasa bile, umulanın ötesinde başarı kazanılmıştır. Ancak bu yolla elde edilen çoğulculuğun sürdürülmesi kolay olmayan ve fazlasıyla kırılgan bir yapısı olduğu da gözardı edilmemelidir.
Bu Türkiye'nin derin kutuplaşmalar etrafında savaşmadığı konuları kamusal alanda tartışarak müzakereci ve katılımcı demokrasiyi gerçekleştirmeyi bir hedef olmaktan çıkartması anlamına gelmez. Türkiye, zaten siyasetinden bir üst ligde yer alan sivil toplum örgütlenmesiyle, bunun alt yapısını oluşturmuş durumdadır.
Yeni ve özgürlükçü bir anayasa yapılması için ülke çapında gerçekleştirilen müzakereler neticesinde toplum düzeyinde ulaşılan uzlaşmanın da ortaya koyduğu gibi katılımcı demokrasinin hayata geçirilememesinin nedeni toplumun buna hazırlıklı olmaması değildir.
Temel fay hatları etrafındaki çatışmayı durduran, onları çoğulculuk içinde "sert mücadele"ye dönüştürebilen, siyaseti de gelişmiş sivil toplum altyapısının katılımcı demokrasi çabalarına cevap verebilen bir Türkiye'nin sınıf atlayacağı şüphesizdir. Toplumun dinamikleri gözönüne alındığında, zannedilenin tersine, bunlar ulaşılamayacak hedefler değillerdir.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA