Türkiye'nin en iyi haber sitesi

HİLAL KAPLAN

Hür Suriye ve vicdanı hürler...

Sesli dinlemek için tıklayınız.

Geçen sene bugünler henüz Halep'in hürriyetine kavuşmasına fırsat bulamadan Suriye topraklarının kilidi arka arkaya açılmaya başlamıştı. Hama'nın ağır sessizliği bozuldu, Humus yeniden nefes aldı, Şam'ın yıllardır karanlığa gömülen ufku aydınlığa kavuştu. Böylece bir halkın omzuna çökmüş 61 yıllık ağırlık, yavaş yavaş değil, adeta devrilen bir duvarın gürültüsüyle çöktü.
Bazıları bu gidişatı açıklamak için "Çok hızlı oldu" dedi. Oysa hız dedikleri hakikatin başka bir yüzüydü. On yıllardır biriken acının bir gün patlayacağını görmek için kâhin olmaya gerek yoktu. Üstelik sahaya İran ve Rusya girmeseydi, bu rejim 10 yıl önce çökecek; yüz binlerce insan bugün hâlâ hayatta olacaktı. Esed, kendisini koruyanlara bile yük hâline geldiğinde, fişi çekildi. Bir piyonun ömrü, artık kimse onu kullanmak istemediğinde biter. Sonrası gerçekten de çorap söküğü gibi geldi.
Rejimin niçin yıkılması gerektiği üzerine ansiklopediler yazılabilir. Ama bazen tek bir çocuğun bedeni, bütün ansiklopedilerden fazlasını söyler. Hamza el-Hatip'in matkap izleriyle delinmiş, yanıklarla kaplı, işkenceyle tanınmaz hâle getirilmiş küçücük bedeni, bu toprakların hafızasına öyle bir kazındı ki, hiçbir propaganda onu silemedi. Ya da Sednaya'nın karanlığından yükselen "19 yaşında girdim, 32 yaşında üç çocuk annesi olarak çıktım; ama babalarını bilmiyorum" diyen o genç kadının feryadı, yalnızca kendi hikâyesini değil, bir rejimin çürümüş yüzünü ifşa etmişti.
Bu karanlık içinde en yalnız kalan ülke Türkiye'ydi. Komşuluk dediğimiz şey sınırların değil, gönüllerin tanımladığı bir bağdır. Türkiye bu bağa ihanet etmedi. Dünya yüzünü Suriyelilerden çevirirken, Erdoğan'ın kararlı iradesi, bütün siyasi maliyete rağmen kapıları kapatmayan bir vicdan sınırı oluşturdu. Üretilen milyonlarca yalan, Suriyelilerin evlerini başına yıkmak için kışkırtmalar, seçim baskısı... Cumhurbaşkanı Erdoğan, ahlaki hesabı önceleyerek, tüm dünyevi hesapları çöpe attı.
Fakat Erdoğan'ın yaptığı sadece ahlaki bir refleksten ibaret de değildi. İdlib'de sıkışan insanların nefes alabileceği bir alan kurdurdu, PKK ve DEAŞ'ın gölgesine yerleştirilmek istenen bir terör koridorunu dağıttı, Suriye'nin kuzeyinde harita mühendisliğine soyunan güçlere rest çekti. Bu uğurda verilen şehitler, bu mücadelenin en ağır ama en onurlu kaydıdır.
Bir yıl geçti. Zamanın kendisi bile değişti sanki. Dün yıkılışın eşiğinde duran Suriye, bugün uluslararası masalarda yeniden yer buluyor. Bir zamanlar "terörist" diye damgalanan kadrolar, bugün devlet temsilcileriyle eşit zeminde konuşuyor. Şara ve yeni yönetim, bölgenin karanlık sayfalarını kapatıp meşruiyetin içine adım atıyor. Bu yalnızca siyasi bir kabul değil; 10 yılın, 20 yılın, belki 60 yılın çalınmış izzetinin geri dönüşüdür. Velhasıl Suriye ilk kez kendi kaderini belirleme eşiğinde duruyor.
Bu dönüşüm Türkiye için de yeni bir kapı açtı. Şam'ın uluslararası meşruiyete kavuştuğu bu yeni dönemde Ankara ile Suriye arasındaki ilişki, bölgenin kaderini belirleyecek ağırlığa sahip. Sınır güvenliği, terörle mücadele, göç meselesi. Hepsi yeni bir bağlamda tekrar şekilleniyor.
Suriye'nin hikâyesi bugün yeniden yazılıyor. Ama bu kez kalemi halkın kendisi tutuyor; korkunun değil, haysiyetin mürekkebiyle...

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.