Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Bir anayasa üç koşul

Hükümetin anaysa değişikliğine hazırlandığı şu günlerde heyecanlanmamak mümkün değil. Bütün o tartışma ve referandum süreci bile yeteri kadar heyecan verici. Eğer gerçekleşirse bu halkın karşısına getirilmiş ilk sivil anayasa değişikliği olacak. Gerçi 1961 ve 1982 Anayasası da referanduma götürülmüştü ama onlara sivil anayasa denemezdi. Buna rağmen getirilen eleştirilerin nedenini çarşamba günü açıkladım: siyasete ve Meclis'e, halkın iradesine inanmamak.
Bununla birlikte ne yazık ki, karşımıza gelecek anayasanın sınırlı bir değişiklik içereceği de anlaşılıyor. Önemsiz olmayan ama sınırlı bir değişiklik. Oysa beklenen daha kapsamlı bir yeni anayasadır. Böyle bir anayasa konusunda üç temel noktaya temas etmek gerekir.
Türkiye Anayasacılık tarihi aradan geçen süreler boyunca epey bir deneyim kazanmıştır. Demokratik bir anayasanın ne olduğu ve olmadığı artık biliniyor. Fakat bir anayasanın demokratik yapısını doğuran çok önemli bir nokta var. Gerçek anlamda kuvvetler ayrılığı ilkesine dayanmıyorsa hangi kurumların ve kavramların üstüne oturursa otursun o anayasa demokratik değildir.
Söz konusu demokratikleşmeyi ancak Amerikan anayasasındaki gibi bir kontrol ve denge mekanizması sağlayabilir. Siz bakmayın o anayasa bize uymaz diyenlere. Onlar hâlâ siyasetin ne olduğunu bilmeyen ve halkın siyasal iradesine inanmayanlardır. Hâlâ Jakoben bir anlayış içinde toplumun önceden belirlenmiş bir irade doğrultusunda öncüler tarafından dönüştürülmesini isteyenlerdir.
Değindiğim mekanizma bir anayasayı gerçek anlamda sivil ve demokratik yapan tek koşuldur. Yoksa iş Türkiye'deki anayasalara döner. Sivil ve siyasal iradeye inanılmadığı için anayasa yapıcılar orduyu ve bürokrasiyi yürütmenin karşısına kuvvetler ayrılığı ilkesi etrafında değil, tam tersine gizli bir kuvvetler birliği anlayışı içinde yerleştirirler. 1961 de bu koşulu içeriyordu 1982 de. Anayasa değişikliği bu farklılaşmayı kapsamalıdır.
İkincisi, bir anayasanın kurucu meclisler tarafından yapılması görüşü doğrular içerse de bence artık yanlıştır. O anayasa yapma tekniği eskimiştir. Türkiye'deki bürokratik anayasacılığın ve merkezi otoritenin kontrolü altında bir anayasa biçimlendirmenin yoludur kurucu meclisler. 1982 Danışma Meclisi (dikkatinizi çekerim: Kurucu Meclis bile değildir, 'danışılan' bir kurumdur sadece) bir yana, o çok daha demokratik kabul edilen 1960 Kurucu Meclisi'nde bile nelerin yaşandığını o günleri ayrıntısıyla okuyanlar bilir.
Hiç korkmaya gerek yok. Sivil irade anayasasını hazırlar, tartışılır, referanduma gidilir ve ne olacaksa olur. Yeri gelmişken söyleyeyim referandum süresinin kısaltılması son derecede yerinde olmuştur. Bugünkü dünyada o derecede uzun süreler beklemek niçin zorunlu olsun? Gerek bu bakımdan gerekse anayasa değişikliğinin hazırlanarak referanduma sunulması bakımından bugünkü gidiş son derecede olağandır ve 'normalleşme' dediğimiz şeyler bunların toplamıdır.
Üçüncüsü bütün bunların toplamı olan daha soyut bir olgudur: devletin gemlenmesi. Devlet, çok yazdım, Türkiye'de nötr bir şey değildir. Devlet erişilmez, tabiriyle söyleyeyim, 'aşkın' bir olgudur. Dokunulmazdır. Zavallı Sadık Rıfat Paşa'nın Tanzimat döneminde söylediği noktaya hâlâ gelebilmiş değiliz. Yani devlet toplum ve insanlar için değil insanlar ve toplum devlet için vardır. Bu yapı şu belirttiğim nedenler çerçevesinde, ne yazık ki kurucu meclislerin hazırladığı anayasalar tarafından kurulmuştur. Gene şu belirttiğim koşullar yerine getirilirse çok ihtiyaç duyulan dönüşüme biraz daha yaklaşılacaktır.
Gerisi şeamet tellallığıdır.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA